Erhan Ünal “Toprak Biterken” adlı kitabında yeni dünya düzeninin tarım politikalarının iç yüzünü ortaya koyuyor.
“Ekmek Biterken” adlı kitabının yayınlanmasının ardından 21 Şubat 2019 tarihinde vefat eden Erhan Ünal’ı bu vesileyle saygıyla anıyoruz.
TOPRAK BİTERKEN
Korku faktörü (Açlık korkusu)
“Aç kalma korkusu”, yüzbinlerce yıl boyunca en olumsuz şartlarda verilmiş yaşam savaşında insan denilen canlının, iliklerine işlemiş olan, varlığını sürdürebilme çırpınışının bir özdeyişi, yok olma korkusunun ön adıdır. Böylesine köklü bir temel duygu, küresel finans oligarşisinin “tek merkezli dünya hâkimiyeti” hedefine ulaşma sürecinde kitleleri yönlendirebilmek, adeta önüne katarak sürüp götürebilmek için bulunmaz bir fırsattır. Bu yüzden “küresel merkez”, kontrolünü elinde tuttuğu Birleşmiş Milletler ve onun çatısı altında yer alan Dünya Bankası, WTO, IMF, FAO, WHO gibi, çeşitli kurumlar vasıtası ile yıllardır dünya çapında “açlık korkusunu” işlemekte ve aktüel tutmaktadır. “Küresel oligarşi” (küresel finans oligarşisi), bu korkunun yarattığı koyu sis perdesinin ardında, milyarlarca insanın doğal beslenme hakkını gasp etmektedir. Küresel finans oligarşisi, “açlık” olgusunu yaşanmakta olan bir gerçeklik ve canlı bir tehdit olarak “demoklesin kılıcı” gibi kullanarak, bir yanda geniş insan kitlelerini kurtulması imkânsız bir tarzda güdülebilir kılmakta, öte yanda ise muazzam bir para (konsantre güç!) akışını, kısmen karanlık kanallardan muntazam ve rekabet dışı bir şekilde kendi finans merkezlerine doğru yönlendirebilmektedir.
Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk 1970’de yayınlanan “Açlık korkusu” adlı eserinde şöyle yazıyor:
“Yeni sömürgecilik, savaş korkusunu, açlık korkusu ile pekleştirerek geri ülkeleri dize getirmede yeni bir çığır açmış ve bu suretle sömürdüğü toplumun doğal ve beşeri kaynaklarını büyük bir tepki ile karşılaşmadan çıkarlarına uygun olarak kullanma olanağını hazırlamıştır. Açlık tek başına bir insanın sağlığının bozulması, üretim ve savunma gücünün kısıtlanması, yakın çevresinde olup bitenlere karşı ilgisiz kalıp, sahibi olduklarına sahip çıkmaması için yeterlidir.” (…) (s. 25-26)1
Yukarıdaki saptamaların ışığında önemli bir saptama da biz yapalım. Açlık; ne sadece sel, kuraklık veya çekirge sürülerinin saldırısı gibi doğal felaketler sonucu, ne de kızdığı insanları cezalandırmak isteyen tanrısal öfkenin sonucudur. Hele, açlık olgusunun pençesinde kıvranan insanların cahillik ve beceriksizliklerinin sonucu da hiç değildir. Günümüzde Küresel açlık, yapay bir olgudur!, planlanmıştır ve örgütlüdür. (s. 27)
Stratejik tarım ürünleri
Tarım savaşının ayrıntılı anlatımına geçmeden önce, “kitlesel tarım ürünleri” üzerine bazı ön bilgileri siz okurlarımla paylaşmak isterim. Böylesi güçlü, kesin politik ve ekonomik söylemlerde bulunurken, ne gibi büyüklüklerin söz konusu olduğunu önceden göstermenin yararlı olacağını düşünüyorum. En başta stratejik tahılların günümüzdeki yıllık üretim ve ihraç miktarlarını, buna bağlı olarak da parasal getirisini ($/ABD Doları olarak) görmek gerekmekte. Ortaya çıkacak rakamlar her türlü hayal gücünü zorlayacağı için bazı kıyaslamalarla büyüklükler hakkında az çok bir fikir vermeye çalışacağım. Ayrıca, sözünü ettiğim bu tahılların ve türevlerinin neler olduğuna da kısaca işaret edeceğim. Böylece bu üç cins tarım ürününün, geniş insan kitlelerinin gıda tüketiminde ne denli geniş bir alanı örttüğünü ve günümüzde nice diğer besin maddeleri (et, süt ve balık) ile direkt bağlantılı olduklarını da bölüm sonunda göstermeye çalışacağım.
Bu tahılların ve türevlerinin, küresel olarak gıda üretimine sürekli olarak hâkim kılınabilmesi için Asya, Afrika ve hatta Avrupa ülkelerinde, geleneksel beslenme biçiminin geriletilmesi ve sözde “modern”, Amerikan tarzı beslenme biçiminin üstünlük kazanmasının sağlanması için dönen dolapları açıklamaya çalışacağım. Sonuçta ortaya çıkacak olan genel tablo şaşkınlık yaratıcı olacaktır.
Buğday
İnsanların yerleşik yaşam düzenine geçişlerinde en önemli rolü oynayan bu tahıl, günümüzde de dünya üzerinde en fazla tüketilen tahıl cinslerinin arasındadır. En başta “Ekmek” olarak, Ön Asya’da, Avrupa ve Amerika’da yoğunluklu olarak tüketilmektedir. Diğer tüketim biçimleri ise, bulgur ve makarnanın yanı sıra hamur işleri (börek, pizza, vs), kurabiye benzerleri ile unlu tatlılar.
Buğdayın 2011 yılında dünya genelinde üretim miktarları şöyle:
Dünya çapında toplam üretim: FAO verilerine göre, 699,4 milyon ton.2
Ülkeler bazında ise üretim: Çin: 117 milyon ton, Hindistan: 86 mt., Rusya: 56 mt., ABD: 54 mt., Fransa: 35 mt., Avustralya: 27 mt., Pakistan: 25 mt., Kanada: 5 mt., Almanya: 22,8 mt., Kazakistan: 22,7, Ukrayna: 22,3, Türkiye: 21,8 mt ve diğerleri3.
Burada açıkça görülmektedir ki, dünya üretiminin önemli bir bölümü, Çin, Hindistan, Rusya, Pakistan, Kazakistan ve Ukrayna’dan oluşan Asya ülkeleri tarafından, toplam 324 milyon ton ile gerçekleşmektedir. Neredeyse toplam buğday üretiminin yarısı. Öte yanda Batı ülkeleri, ABD, Fransa, Kanada, Avustralya ve Almanya beraberce 64 milyon ton üretim ile karşı bloğu oluşturmaktadır.
Burada görülmesi gereken en önemli nokta şudur. Üretici olarak dünya sıralamasında 1 ve 2nci sırada olan Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan, ihracatçı olarak FAO’nun istatistiklerinde yer alamazken: ABD 32,7 milyon ton ile 1., Fransa 20 milyon ton ile 2., Avustralya 17,6 milyon ton ile 3., 4 ülkenin ihracat toplamı yaklaşık 86,7 milyon ton ile dünya üretiminin yaklaşık yüzde 13’ünü bulmaktadır.
FAO’nun, 2011 dünya buğday ithalat istatistiklerine bakarsak ithalatı 2 milyon ton ve üzerinde olan, büyük ithalatçı ülkelerin listesindeki ilk 20 ülkenin toplam ithalatı yaklaşık 85 milyon ton’dur. Bu açıdan bakınca başta ABD olmak üzere 4 ülkenin ihracatının, 20 ülkenin ithalatına denk geldiğini görürüz. Bu 4 ülkenin yaptıkları toplam buğday ihracatı karşılığı elde ettikleri gelir ise yine 2011 yılı rakamları ile 28 milyar ABD ($) Doları’nı bulmaktadır! Ancak, göz önünde bulundurulması gereken önemli bir husus ise, bu ülkelerden ihracatı yapılan buğday türevlerinin girdilerinin yukarıda belirttiğim buğday ihracat rakamlarına dahil olmadığıdır. (s. 44-46)
“Yeni dünya düzeni”ne doğru yapılanma
(…) ABD kendi tarım alanlarının doğal sınırlarına dayandığında, uluslarüstü etkin olan dev tarım kuruluşlarını (agro-conserns) devreye sokarak tarımsal alan potansiyeli yüksek olan diğer ülkelerdeki (Brezilya, Arjantin ve Afrika gibi) tarım alanlarını da kullanmaya başladı.
Tahıl üretimindeki bu hâkimiyet, sadece dünyada bu ürünleri en çok üreten ülkeler olmaktan öte, dünya üretimini ve tüketimini dolayısı ile de tahıl ve gıda pazarını tümüyle kontrol etmeyi de mümkün kılmıştır. Bu çerçevede küresel sistem, bir yandan da insanlığın tarihsel süreç içerisinde beslenmesini ve bu günlere varabilmesini sağlayan geleneksel çiftçiliğin tasfiyesini de kaçınılması imkânsız biçimde dayatır.
Kendilerini ve yakın çevrelerindeki şehir insanlarını, yüzyıllardır başarı ile besleyen küçük çiftçilerin yerlerini, “yeni sistemde” Tarım Şirketlerinin ve Küresel Tarım Holdinglerinin alması gerekir. Böylece tarımsal üretim sistemi içerisinde merkezi kontrol ve yönlendirmelere imkân vermeyen, bireysel çiftçinin girişim dinamikleri tasfiye edilip yerine küresel finans oligarşisine bağlı küresel tarım kuruluşları hâkim kılınır. Küresel sistem, böylesi yığınsal tahıl üretiminin doğrudan bir sonucu olan yapay yem sayesinde, hayvan ve su ürünleri (Aquakultur) üretiminde de kontrolü ele geçirip radikal sistem değişikliklerini dayatabilmektedir.
Ana tarım ürünlerini, özellikle de üç ürünü (buğday, mısır, soya) inanılmaz boyutlarda üretmek, ilk anda, okuyucuya çok şey ifade etmeyebilir. Sözünü ettiğim üç cins tarım ürünü üzerine muazzam bir “yeni beslenme sistemi” yapılandırılmaktadır. Bu tahıllar ve türevleri vasıtası ile insanlık, kaçınılması imkânsız olan beslenme gereksinimiyle önce bağımlı ve seçeneksiz hâle getirilecek, sonra da küresel finans oligarşisinin güdümünde direnme potansiyeli kalmamış kimliksiz kitleler hâlinde, istenilen her şeyi kayıtsız şartsız yerine getirir olacaktır. İnsanlığın geleceğini yönlendirmek ve yeniden yapılandırmak adına, böylesi derin görevlerin yüklendiği tarım ürünlerinin (Stratejik Tarım Ürünleri) dünya çapında üretilmesi, rekabetten korunması, dağıtımı ve tüketiminin nasıl ve ne amaçla sağlandığı, ayrıntılarına girildiğinde başlı başına bir “gerilim romanı” gibidir. (s. 52-53).
Hedef ülke ile tarımsal rekabetin önlenmesi
Küresel finans oligarşisi, kendi oluşturmuş olduğu, dünya ekonomi sisteminin ana kurallarını tartışılmaz olarak belirlemiştir. Bu kurallardan bir tanesi de tarımsal üretimin büyük boyutlarda yapılması zorunluluğu, yani kitleselliğidir. Ancak bu sayede kitlesel tarım ürünlerinin, kurulu sistemin üretim ve dağıtım kademelerinden geçerek alınıp satılması, küresel boyutlarda hareketi ve tüketimi sistemde ön görüldüğü gibi gerçekleştirilebilir.
Amaç, tüm insanlığı birkaç küresel Tarım Konzern’i tarafından üretilen az sayıdaki tarım ve gıda ürünlerine bağımlı kılmak olunca; insanları seçeneksiz bırakabilmek amacıyla, geleneksel tarımın yarattığı sonsuz çeşitliliğin ortadan kaldırılması da kaçınılmazdır.
Tarımsal üretim, insanların ihtiyaçları doğrultusunda yapılmış olsaydı, ortaya zengin bir ürün çeşitliliği ve makul büyüklükte üretim birimleri çıkardı. Bununla beraber bu üretim tarzı milyarlarca küçük çiftçi demektir.
Küçük çiftçilerin bireysel ve çok değişken kararlarıyla şekillenen tarımsal üretimin, küresel finans oligarşisinin kurmuş olduğu merkezi tarımsal üretim sistemi içerisinde, ne kontrolü ne de yönlendirilmesi mümkün değildir.
Dolayısı ile “geleneksel tarım üretimi”, küresel finans oligarşisi için yapısal anlamda tehlike içeren bir alternatif oluşturur. Veya başka bir deyişle, küresel finans oligarşisi tarafından kurulmuş olan sistemin tersine işlemesidir ki asla müsaade edilemez. Daha önce birkaç kere bahsettim. Tarımsal üretim, küresel ekonomi sisteminin en önemli temel öğelerinden birisidir. Hâl böyle olunca, müdahaleler de o denli katı, acımasız ve yaşamı hiçe sayan boyutlarda olabiliyor. (s. 96-97)
(…)
Şimdi hedef ülkenin Tarımsal Bağımsızlık Potansiyelini sınırlamak ve giderek ortadan kaldırmak için küresel oligarşi ve onun yönetimindeki güçler tarafından sahnelenen, kısaca yukarıda çerçevesini çizdiğim “insanlık suçu”nun evrelerini daha öz ve net bir şekilde vurgulamak istiyorum.
— Hedef ülkenin kırsalında yaşayan nüfusun önemli bir bölümünü tarımsal üretimden kopararak üreticilikten tüketici durumuna gelmelerini sağlamak.
— Tarımsal üretimden koparılan insan kitlelerinin arkalarında bıraktıkları üretim açığının oluşturacağı Gıda Maddeleri Darboğazı’nın tetiklediği kriz ortamı ve Açlık Korkusu’nun, takibi planlanan tarımda dönüşüm uygulamalarına destek olarak kullanılması.
— Köylerini terk eden dirençli ve üretici kitlelerinin, güvenli ve sağlıklı ortamlarından uzaklaştırıldıklarında, şehirlerde tam tersi bir konuma girerek korkuların kolay yönlendirdiği ezik, kimliksiz kişiler hâline getirilmeleri.
— Her türlü tarımsal faaliyetler konusunda alabildiğince deneyimsiz ve bilgisiz olan şehir insanlarının kriz ortamlarında, uygulanan planın politik amaçları doğrultusunda çok kolay etkilenebilir ve yönlendirilebilir olmaları.
— Geride bırakılan işlevsiz tarım arazilerinin suni olarak değersizleştirilmesi ile, Batılı Çok Uluslu Şirketlerce ele geçirilebilme olanaklarının oluşması. “Fazla bölünmüş toprakların birleştirilmesi” tezi ile bir araya getirilen bu alanların aynı amaçla, Tarım Holdinglerine “Kitlesel Tarım Üretimi” için sunulması.
— Tarımsal üretiminin; o ülkede kişilerin bireysel ve toplumun genel ihtiyaçları uyarınca gerçekçi bir hedef etrafında örgütlenmesi yerine, Tarım Konzern’lerince kitleselleştirilmesi ve küresel oligarşinin dünya pazarındaki operatif girişimlerine cevap verecek bir düzene sokulması. (s. 99-10)
Tohum: Bir doğa mucizesi
Geniş üretim uygulaması olan bir bitki, örneğin buğday ya da pirinç, dünyanın birbirinden uzak bölgelerinde, farklı gelişim süreçleri geçirerek bölgesel özel karakterler oluşturmuştur. Böylece geçen binlerce yıl içerisinde oluşan, herhangi bir bölgenin kendine özgü tohum tipi o bölgenin çiftçisine küçümsenemez avantajlar sağlar. Örneğin o yörenin tohumu, aynı yörede etkili olan zararlı haşere ve hastalık tiplerine karşı, yabancı bir tohuma göre çok daha fazla dirençlidir. Aynı zamanda yörenin tohumu (yerli tohum), ithal tohum kadar “iştahlı” değildir ve toprağın verebildiği kadarı ile idare etmeye kendini uyarlamıştır. Sadece çiftçi kendi hayvanlarının gübresi ile bir miktar takviye yapar. Bu avantajlar, çiftçi açısından yaşamsal önemi olan maliyet ve iş gücü tasarrufu demektir. Ayrıca biz tüketicilerin de sağlığını tehdit eden, gıda maddelerindeki tarım kimyasalları (tarım ilaçları) artıkları sorunu da bu sayede oluşmaz.
Bu yüzden bölgelerin, üreticiye ve tüketiciye önemli avantajlar sağlayan kendine özgü tohum tipleri, küresel finans oligarşisinin sürdürmekte olduğu tarım savaşının hedefleri açısından aşılması zor bir engel, olumsuz operasyon şartları, kısacası tehlike demektir. Bir ülkede tarımsal üretimi en başından kontrol altına alabilmenin ve dönüştürmeye başlamanın ilk adımı, köylünün elindeki yerel tohumları yok etmekle başlamaktadır. (s. 115-116)
Türkiye’de tohum konusunda yapılanmalar
(…) En başta, küresel merkezin Türkiye’yi unuttuğu ya da atladığını kimse düşünmesin. İkinci dünya savaşını takip eden yıllarda Meksika’da başlatılan, buğday ve mısırda hibrit tohumların geliştirilerek geleneksel tarım ülkelerindeki tahıl üretimine hâkim kılma girişimlerinin, ilk başta Meksika ve Hindistan’da uygulamaya konulduğunu yukarıda yazdım. Bu ülkelerde girişimin tutması üzerine, sonradan “yeşil devrim” diye anılan kampanya vakit geçirilmeden Pakistan ve Türkiye’yi de içerisine alacak şekilde genişletilmişti.
Türkiye’deki ilk uygulamaların başında, meşhur “Sonora 64” diye anılan, buğday tipinin ülkeye getirilmesi gelir. Meksika’da Rockefeller vakfının önderliğinde kurulmuş olan araştırma enstitüsünde (CIMMYT) geliştirilmiş olan bu hibrit buğday, endüstriyel tarımın bütün olumsuzluklarını da beraberinde sürükleyip getirerek Türkiye’deki geleneksel tarıma yönelik ilk ağır saldırının başını çekmiştir. (s. 154)
(…)
Doğaldır ki kapıyı bir kere aralayan küresel merkez, Türkiye’de tarımsal üretimi ve hayvancılığı istediği gibi dönüştürme yolunda süratle yol aldı. Bu uzun serüveni daha sonra tekrar ele almak üzere, önce tohum konusunda ülkemizdeki son duruma bir göz atalım. Kitabın başından beri tüm boyutları ve safhaları ile ortaya koymaya çalıştığım, küresel tarım savaşından pek tabii Türkiye de fazlası ile zarar gördü. Buna rağmen Afrika ve bazı Asya ülkeleri ile kıyaslandığında, ülkemizdeki geleneksel çiftçiliğin var olan çok güçlü ve oturmuş olan alt yapısı, ani ve radikal dış müdahalelere çok da kolay imkân vermemektedir. Bu yüzden geleneksel tarımın dönüştürülmesi ve yeniden yapılandırılması süreci, Türkiye’de göreceli olarak daha yavaş mesafe alabilmektedir.
Bununla beraber küresel finans oligarşisinin dayattığı dönüşümlerin gerektirdiği alt yapı da Türkiye’de oluşturulabilmiş, teknik kadroları yetiştirilmiş ve yandaşları önemli kilit noktalara yerleştirilmiştir. Türkiye’de geçen zaman içerisinde hibrit tohumlar yerleşti, fakat geleneksel tarımın güçlü olduğu bölgelerde hâlâ yerel tohumların ekimi kısmen de olsa devam etmektedir. Sonuçta da köylülerimizin kendi aralarındaki tohum alışverişleri, küresel finans oligarşisinin hiç de kabullenemeyeceği boyutlarda sürmektedir. Bu nedenle Türkiye’de de düğmeye basılmış ve tohum konusunda gerekli görülen yasal temelin, ihtiyaç duyulduğu gibi oluşturulması için harekete geçilmiştir. 8 Kasım 2006’da Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Tohumculuk Kanunu”, Türkiye’deki son yapısal engeli ortadan kaldırarak, bu yöndeki küresel gelişmelerle uyumu sağlamayı amaçlamaktadır. (s. 154-155)
1 Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk, “Açlık Korkusu”, Sayfa 235, Nisan 1970, Ata Yayınevi, Ankara
2 Food and Agriculture Organization of the United Nations “FAO”. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, 1945 yılında Birleşmiş Milletler konferansı sonunda, 42 ülkenin imzaları ile Quebec/Kanada’da kurulmuştur. Merkezi Roma’dadır. Açıklanmış amacı: “İnsanlığın beslenme ve yaşam standartlarını yükseltmek, kırsal alanda yaşayan insanların yaşam şartlarını düzeltmek, dünya ekonomisinin gelişmesine katkıda bulunmak ve insanlığı açlıktan kurtarmak”
3 FAO Statistics 2011, http://faostat.fao.org/site/339/default.aspx, giriş: 22.04.2014, 01:25