Patrick Köbele*

Çevirmen: Fatma Şenden Zırhlı

Alman Komünist Partisi DKP, 22 Mayıs 2022 tarihinde kongre süresiyle ilgili yasal zorunluluğunu yerine getirmek amacıyla parti kongresi düzenledi. Partinin haftalık yayın organı Unsere Zeit’da (Çağımız) yayınlanan habere göre, parti kongresi, Patrick Köbele’nin başkanlığındaki mevcut yönetimi mektup yoluyla yeniden seçmek üzere online olarak gerçekleştirildi.

Parti kongresinde, yönetimin Nisan ayının başında sunduğu “Savaşa Hayır!”, “Silahlanmaya Son!”, “Barış ancak Rusya ve Çin ile mümkün!” talepleri öne çıktı.

Bu çerçevede DKP’nin barış mücadelesi içerisindeki görevleri ile Ukrayna’daki savaş ve bu savaşın nedenlerinin değerlendirilmesi kongrenin ana konuları oldu.[1]

Köbele, “Şimdiye kadar hiçbir Alman hükümeti bir savaşın tırmanışına bu savaştaki kadar teşne olmadı” başlığı ile yaptığı konuşmada, “Bu savaşın karakteri birkaç kez değişti. 2014’ten beri Ukrayna’nın, Maidan darbesinden sonra özerklik talebi anlaşılabilir olan ve Minsk-2 tarafından uluslararası hukukta tanınan halk cumhuriyetlerine karşı savaşı söz konusuydu. Minsk-2 sonrasında bu, Ukrayna’nın bir saldırganlık savaşıydı. Rusya Federasyonu tarafından halk cumhuriyetlerinin tanınması ve uluslararası hukukta meşru olduğuna inandığımız karşılıklı yardımlaşma anlaşmasının ardından, halk cumhuriyetlerinin egemenliğini kurmak için yapılan eylemler, yani toprakları üzerindeki askerî eylemler de meşru ve uluslararası hukuk kapsamındaydı.

Ukrayna’nın kalan topraklarında devam eden savaş konusunda görüş ayrılıklarımız vardı ve hâlen var. Bu konudaki değerlendirmeler, kınanması gereken bir saldırganlık savaşından, Ukrayna’nın ABD ve NATO tarafından silanlandırılmış ve nihayetinde siyasi olarak yönlendirilen bir saldırısına karşı önleyici bir savunmaya kadar uzanmaktadır. Bu soruyu netleştirmedik ve önümüzdeki parti yönetim kurulunun tartışma önerisinde de açık bırakıyoruz. Bu elbette bir uzlaşmadır ve nedeni özellikle savaş zamanlarında pek çok şeyin değerlendirilmesinin zor olması gerçeğidir.

Öte yandan, çok büyük bir görüş birliğimiz var. Bu sorunun farklı değerlendirmelerinin, asıl saldırganın NATO olduğu gerçeğini değiştirmediği konusunda yaygın bir görüş birliği vardır. Tarihsel olarak Rus saldırısının, NATO’nun doğuya doğru yayılması, Yugoslavya savaşı ve Ukrayna’nın Donbas’a karşı savaşının tarihinden ayrılamayacağı konusunda da geniş bir görüş birliği var. Ve ana görevimizin Almanya’nın büyük güç olma emellerine ve Başbakan Scholz tarafından 27 Şubat’ta açıklanan silahlanma programına karşı mücadele olduğu konusunda geniş bir mutabakat var” diye konuştu.[2]

Delegelerin farklı yaklaşımlara sahip olmaları nedeniyle parti yönetimi bu konuyu oylamaya bırakmayarak tartışmaları sürdürme önerisi getirdi ve bu öneri çoğunlukla kabul edildi.

Parti Başkanı Patrick Köbele’nin parti yönetiminin görüşlerini ortaya koyan konuşmasını okurlarımıza sunuyoruz.[3]

Rusya Federasyonu’nun kapitalist bir ülke olduğu konusunda hemfikiriz. Bu konuda, Rusya Federasyonu hükümetinin ülkenin ideal genel kapitalistini temsil ettiği konusunda görüş birliği var. Bununla birlikte, egemen kapitalist sınıf ile onun hükümeti arasında basit bir emir komuta ilişkisinin olmadığını, aksine egemen sermaye yararına hükümetin ve devletin olabildiğince bağdaşık hareket etmesini sağlamak için tek tek sermaye gruplarının farklı çıkarlarını bir araya getirme görevinden kaynaklanan göreli bir serbestliğe sahip olduğunu biliyoruz.

Rusya Federasyonu’nun kapitalizmin gelişiminin emperyalist aşamasında olup olmadığı aramızda tartışılıyor.

Hepinizin bildiği gibi, Lenin emperyalizmi tanımlarken, üçü ulusal ekonominin gelişmesiyle ve ikisi uluslararası ilişkilerin gelişmesiyle ilgili beş özellik sayıyor. İlk üç özelliği Rusya’ya uygularsak birincisi “üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve çok sayıda endüstri dalının tamamına hâkim olan az sayıda tekellerin yaratılması” –Rusya’da bu kuşkusuz mevcut. İkincisinin de mevcut olduğunu, yani “endüstriyel tekellerin banka sermayesi ile iç içe geçerek finans sermayesine dönüşmüş“ olduğunu gösteren birçok neden var. Ancak her ikisinde de, karşıdevrim yoluyla kapitalizme geçişin tarihsel bir özelliği olarak, kapitalist devletin yüksek derecede bir etkisi ve mülkiyeti payı olduğunu unutmamalıyız. Bu, örneğin Almanya, ABD, Fransa veya İngiltere gibi son derece gelişmiş devlet tekeli şeklindeki toplumlardan farklıdır. Diğer bir fark, Rus tekellerinin ve oligarşisinin Sovyet kamu mülkiyetinden gelişmiş olmasıdır. Bu, emperyalizmin oluşumunda Batı tekellerinin rekabetçi ortaya çıkış süreçlerinden çok ilkel birikim süreçlerine benziyor.

Rusya değerlendirmesi

Üçüncü özellik olan, “sermaye ihracının, meta ihracına göre öncelik kazanıyor” olması, bana Rusya’da yerine gelmiş gibi görünmüyor. Rusya’dan çıkan sermayenin büyük çoğunluğu Kıbrıs, İsviçre veya Lüksemburg gibi vergi cennetlerine gidiyor. Bunlar, benim görüşüme göre, Lenin’in sermaye ihracından bahsederken kastettiği, doğrudan diğer sermayelerle bütünleşmeye hizmet etmiyor. Benim kanaatime göre, üç kriterden biri yerine gelmedi. Bu nedenle, Rusya’nın henüz emperyalist aşamaya ulaşmamış kapitalist bir ülke olduğu görüşüne meyilliyim.

Ancak: Mevcut savaşı değerlendirmek söz konusu olduğunda bu soru belirleyici değil. Niçin değil? Birinci Dünya Savaşının sona ermesinden bu yana, emperyalist ulusların bağımlı kılınabileceğini veya başka emperyalist uluslar tarafından ezilebildiğini biliyoruz. Birinci Dünya Savaşındaki yenilginin ardından Alman emperyalizmi böyle bir duruma girdi. Bu durum on yıldan fazla sürdü. Almanya Komünist Partisi KPD[4], “Alman halkının ulusal ve sosyal kurtuluşu için” programatik bir belge yayınladı.

KPD bunu, ulusal kurtuluş sorununu faşistlere bırakmamak için yaptı; bunu, egemen sınıf dünya savaşındaki yenilginin yükünü ve sonuçlarını emekçilere yüklediği için yaptı. KPD’nin bu yönelimi doğruydu, ancak ezen bir emperyalist ülke için “ulusal kurtuluş” ifadesine izin verilemez, çünkü bu durumda emperyalizmin entegrasyon stratejisinin bir parçası hâline gelinir.

Karşıdevrimin sonuçları

Karşıdevrimden sonra, yeni kapitalist Rusya’nın tüm sınıfları ve katmanları, emperyalist aşamada eşitliğin olamayacağını anladı. Farklı ülkelerde, içerideki sömürü ilişkileri açısından benzer sınıf çıkarlarına sahip olan kapitalist sınıfların hüküm sürdüğü doğru. Bunun karşısında, emperyalist rekabet ve kapitalizmdeki eşitsiz gelişme yasası vardır.

Rusya’nın sınıfları ve tabakaları, önde gelen emperyalistlerin Rusya’yı ancak ham madde sağlayacakları bağımlı bir devlet konumuna yerleştirmek istediklerini anladılar. Komprador gibi davranan yeni burjuvazinin bir kısmı bunu kabul etmeye istekliydi – emekçilerin sırtında iyi bir yaşam hâlâ mümkündü. Boris Yeltsin bu tarafı savundu. Diğer tarafın bu konuda itirazları vardı, Vladimir Putin itiraz eden taraftaydı, Rusya’nın egemen bir ülke olmasını savundu. Emperyalizme tabi kılınmaya karşı koyabilmek için emekçi halkı kazanmaya yönelik bir entegrasyon stratejisi gerekliydi. Halkı kazanmak zorunda olan kapitalist yönetim Sovyetler Birliği’ne ve tarihine olumlu bir şekilde dayanmaktan kaçınamazdı. Putin’in bir yandan kendisini destekleyen sermaye gruplarının diğer yandan emekçi halkın çıkarları arasında zor bir denge tutturmak zorunda kalması, savaş başlamadan önceki uzun konuşmasına yansıyan, Sovyet tarihini çelişkili ve bazen irrasyonel olarak ele almasının arka planı olabilir.

RFKP Merkez Komitesi üyesi Vyacheslav Tetekin, bir makalesinde sınıf karakteri açısından Rusya ile Ukrayna’nın çok farklı olmadığını yazıyor. Bu yazıda her iki ülkenin oligarşik bürokratik bir egemen güç tarafından yönetildiğini belirtiyor. Rus egemen gücünün Ukrayna egemen gücünün aksine, faşistlere baş vurmadığını ve ABD kontrolünde olmadığını ifade ediyor.

Ukrayna’daki savaş

Maidan darbesinden bu yana, Ukrayna’da iktidardakilerin milliyetçi yönelimi, Rus kökenli nüfus ve Rus dili üzerinde baskı kurmaktan ibaret. Kırım’daki gelişmenin ve iki halk cumhuriyetinin kuruluşunun arka planında bu yatıyordu.

Kırım’da halk büyük bir çoğunlukla Rusya Federasyonu’na katılmaya karar verdi. Lugansk ve Donetsk oblast bölgelerinde iki halk cumhuriyetinin devlet olarak bağımsızlığından yana oy kullandılar. Başından itibaren, halk cumhuriyetleri Ukrayna tarafından askerî saldırıya uğradı, bu saldırılarda çoğunlukla aşırı milliyetçi ve faşist askerî birlikler kullanıldı. Ukrayna, 2015 yılında nihayet Minsk-2 anlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Anlaşma, uluslararası hukuk açısından tanındı ve bağlayıcıydı. Bu anlaşma ile Ukrayna, iki halk cumhuriyetinin geniş bir özerklikten kendi dış ve savunma politikalarına uzanan taleplerini Ukrayna anayasasına koymak üzere onlarla müzakere etmeyi taahhüt etti.

Mevcut savaşın niteliği konusuna geçmeden önce, bu tarihsel açıklamalardan sonra, savaşla ilgili tartışmalarda, barış hareketine, sol ve demokratik hareketlere derinden sinmiş olan büyük bir soruna, bu tarihsel geçmişin gözden kaçırılması, farkedilmemesi, hatta inkâr edilmesi sorununa işaret etmek istiyorum. Bu, özellikle Ukrayna’nın halk cumhuriyetlerine karşı yürüttüğü savaş için geçerlidir. Bu savaşın sekiz yıllık tarihi, kurbanları ve yarattığı yıkımlar unutturulmaya çalışılıyor.

Mevcut savaşı niteleyecek olursak, bu öyleyse bir saldırı savaşıdır – savaş Rusya’nın saldırısıyla başladı. Bununla birlikte Ukrayna tarafından işgal edilen Halk Cumhuriyetlerinin bölgelerine, yani temas hattı adı verilen hattan iki Luhansk ve Donetsk Oblast bölgelerinin sınırlarına kadar uzanan bölgelere yapılan saldırı ile Ukrayna topraklarının geri kalan bölgelerine yapılan saldırı arasında bir ayrım yapılmalıdır.

Her iki Halk Cumhuriyetinin en geç Minsk-2’nin BM Güvenlik Konseyi tarafından tanınmasıyla uluslararası hukukun konusu hâline geldiklerini gösteren birçok neden var. Minsk-2 boykotu ile Ukrayna’nın Halk Cumhuriyetlerine karşı yürüttüğü savaş, Halk Cumhuriyetlerinin Rusya Federasyonu tarafından tanınmasını anlaşılır kılmaktadır.

Bana göre, boykotlar ve savaşlardan sonra Halk Cumhuriyetlerinin tanınmasının uluslararası hukukta meşru olduğunu öne sürecek birçok neden var. Bu, yardım anlaşmaları ve sonuç olarak Halk Cumhuriyetlerinin Ukrayna ordusuna karşı askerî olarak desteklenmesi için geçerlidir. Donbas halkı için, Rusya’nın saldırısının bu yönü, sekiz yıllık savaşın sona ermesi için bir umudu ifade ediyor.

Ukrayna’nın geri kalanına yönelik saldırı, ilk bakışta saldırı savaşıdır. Bu tür savaşlar, uluslararası hukuka, BM Anlaşmasına aykırıdır. Ama, doğrudan doğruya yaklaşan bir saldırıyı önlemek meşru olabilir.

Rusya Federasyonu’nu saldırıya zorlamak için çok şey yapıldı. Eski İsviçre askerî ve istihbarat subayı ve eski BM yetkilisi Jacques Baud’dan söz ediyorum. Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski’nin daha Mart 2021’de Kırım’ı geri almak için bir kararname imzaladığına ve Şubat 2022’de Ukrayna ordusunun Donbas’taki provokasyonlarının büyük ölçüde arttığına dikkat çekiyor.

Bunun amacının Rus hükümetini askerî operasyona kışkırtmak, yani onları bir tuzağa çekmek olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, Ukrayna’nın gerçekten Halk Cumhuriyetlerine yönelik büyük bir saldırısının planlanmış olabileceğini de düşünüyorum. Ukrayna’nın silahlandırılmasıyla, onun kademeli olarak NATO’ya entegre edilmesinin amaçlandığı görüşündeyim. Haritaya ve NATO’nun doğuya doğru yayılmasının hatlarına tekrar bakıldığında, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin Rusya açısından bir oldubitti anlamına geldiği açıktır.

Başkan Putin, 2007’den beri bunu defalarca dile getirdi. En son olarak, NATO ve AB’ye geçen yılın sonunda Ukrayna’nın NATO üyesi olmasını engellemeye yönelik sözleşmeye dayalı bir anlaşma için öneriler sunuldu. Bunlar NATO, AB, ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere tarafından sert bir şekilde kenara itildi.

Birçok kişi bunların hiçbirinin saldırı savaşını haklı çıkarmadığını söylüyor. Ve niteliği yalnızca saldırı savaşı olduğu sürece, bu doğru. Ama tam da bir görüş oluşturmamız gereken konu budur.

Rusya Federasyonu’nun saldırısıyla uluslararası hukukun aşındırılmasına bir çentik eklendiği konusunda hemfikiriz. Uluslararası hukukun aşındırılması -yamyamlaşmadan söz etmiştik- 1990’dan beri NATO devletleri tarafından çeşitli ittifak oluşumlarıyla gerçekleştirildi -buradaki anahtar kelimeler Yugoslavya, Suriye, Irak ve Libya. Buna Küba, Venezuela, İran ve diğerlerine karşı insanlık dışı ve uluslararası hukuku ihlal eden yaptırımlar da dahildir. Buna, sözleşmenin ihlal edilerek NATO birliklerinin Rusya sınırına yerleştirilmesi de dahildir.

Bu nedenle, Sekreterliğin ikinci açıklamasında, Küba Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın savaşı “zor kullanımı ve hukuk ilkelerine ve uluslararası normlara uyulmaması” olarak değerlendiren ve kınayan, ama aynı zamanda bu korkunç savaşın bir geçmişi olduğuna da işaret eden formülasyonuna atıfta bulunduk.

Sık sık emperyalizmin savaşlarını daima uluslararası hukuka aykırı olarak nitelendirdiğimiz söylenir. Evet öyle nitelendiriyorduk ve bu doğruydu, çünkü bu vakaların hiçbirinde savaşların karşı taraftan bir saldırı tehdidi geldiği için mi yapıldığı üzerinde düşünmek zorunda değildik. Donbas halkının durumuna benzer bir durum üzerinde hiç düşünmek zorunda kalmadık.

Almanya’daki oluşum

Ursula Vogt Kuzey Bavyera Bölge Yönetim Kurulunda şunları söylemişti:

“Ukrayna Büyükelçisi Andrey Melnik Federal Meclis’te ayakta alkışlandı. 27 Nisan 2015’te Münih ziyareti sırasında Ukraynalı Yahudi karşıtı ve Nazi işbirlikçisi Stepan Bandera’nın mezarına çiçek bırakan, kışkırtıcı ve talk show programlarında boy gösteren işte o Andrey Melnik.

Partimizde toplumun şekillenmesi konusunda eğitimler gördük. Manipülasyon ve kitleleri etkilemenin modern teknikleri konusunda eğitim gördük. Şu anda bizim için en büyük tehlikenin Alman halkının bir sonraki Baltık harekâtına yönlendirilmesi olduğunu görebilmeliyiz. Bu açıdan Partimizin en önemli görevi soğukkanlı olmaktır. Açık söylemek gerekirse: Şok olarak, öfkelenerek ve dehşete kapılarak bir yere varamayız.

Partimizin görüş yelpazesi geniştir. Parti Yönetiminin açıklamalarında açık ve net olarak ‘saldırgan Putin/Rusya’ şeklinde kınama görmedikleri için birkaç kişi aramızdan ayrıldı. Konuşmalarda ve bildirilerde Rusya’nın ‘Hiçbir şekilde haklı görülemeyecek’ saldırısından söz ediliyor. Öte yandan, Rus ordusunun Ukrayna’ya girişini ileri savunma hareketi olarak gören yoldaşlar var. Rusya’nın Batılı şahinlere aldandığına dair düşünceler var. Afganistan benzeri bir tuzağa düşülebileceği konusunda uyarılar var. Hepimizi şaşırtan, hepimizi hayrete düşüren bu durumda Parti Genel Sekreterliği tek doğru şeyi yaptı: Bu savaşın arka planına dikkat çekti, asıl saldırganın NATO olduğunu tespit etti, diplomasiye ve müzakere masasına dönülmesini ve bu doğrultuda savaş girişimlerine son verilmesini talep etti. Parti ayrıca büyük bir yenilgi aldığımızı da ifade etti. İktidardakilerin savaş çığırtkanlığını durduramadık. Bu, ‘asıl düşman içeridedir’ gerçeğinin somut ve acı yansımasıydı”.

Bu savaşa karşı tutum ne olursa olsun, Rusya’nın saldırısını kınayın veya kınamayın, bu saldırının Rusya tarafından formüle edilen hedefleri ile ilgili, yani Ukrayna’nın tarafsız olması, askerden arındırılması ve nükleer silahlardan ve bunları Ukrayna bölgesinde konuşlandırmaktan vazgeçmesi ile ilgili; ayrıca iki Halk Cumhuriyetinin ve Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunun tanınması ve son olarak faşist güçlerin etkisinin bastırılması ile ilgili fikir yürütmeden olmaz.

Sonuç olarak, tüm bu konular bir şekilde, Rusya’nın, Ukrayna’nın ve iki Halk Cumhuriyeti’nin meşru güvenlik çıkarlarını içeren bir sistemin bileşenleri olmak zorunda kalacak. Böyle bir sistem, Ukrayna’nın NATO’ya katılmasının yanı sıra AB’ye katılmasını da dışlıyor, çünkü AB Temel Antlaşması da 42. maddesi, 7. fıkrasında askerî bileşenleri içeriyor. Böyle bir sistemi talep ediyoruz. Ve diyoruz ki: Rusya olmadan Avrupa’da kalıcı bir barış düzeni olamaz ve kalıcı bir barış düzeni NATO’nun geri çekilmesini gerektirir.

Uluslararası durum

NATO’nun doğuya doğru yayılması, Yugoslavya savaşı ve Rusya’nın kuşatılmasında, hedef özellikle Çin’dir. ABD’nin, Avrupa’daki NATO ülkelerinin ABD’nin Çin’e daha fazla odaklanmasını sağlamak için silahlandırılmaları yönündeki talebi iyi biliniyor.

Bu savaşta bu hissediliyor. Rusya ve Çin arasındaki yakın ilişkiler bozulmaya çalışılıyor. Çin karşıtı propaganda devam ediyor. Önde gelen emperyalistler, Çin’in “sistemsel” bir rakip olduğunu çok iyi biliyorlar.

Çin, artık barışı sağlama ve barışı korumaya yönelik ilgisini yansıtan küresel ölçekte dış politika yürütmesine izin veren bir güce ulaştı. BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto güçleri arasında Çin, savaşa taraf olmadığı için Ukrayna’daki savaşta hâlâ arabulucu bir rol oynayabilecek tek ülkedir.

Jeopolitik etkiler

Birincisi, NATO’nun doğuya doğru yayılmasının savaşa neden olduğu çarpıcı biçimde kanıtlanmıştır. Bunun üstü örtülüyor, çünkü şiddet propagandası etkisini sürdürüyor ve barış güçleri sarsılıyor -bunu özellikle Sol Parti’de görüyoruz.

İkincisi, savaş yangınının giderek yayılması tehlikesi çok büyük, nükleer savaş tehlikesi olağanüstü büyük. Bunun için NATO’dan Ukrayna’ya her an saldırılara hedef olabilecek devasa silah sevkiyatları yeterli. Bazı NATO saldırganları tarafından talep edilen uçuşa yasak bölge, gerginliği muazzam boyutta tırmandırır ve Rusya ile NATO arasında doğrudan bir çatışmaya geçilmesi kaçınılmaz olur.

Üçüncüsü, tüm gelişmeler Rusya’yı Çin’e daha fazla yaklaştırıyor. Hindistan’ın daha fazla bağımsızlık için çalıştığı görülüyor.

Dördüncüsü, savaş NATO’yu birbirine kenetler. Bu, hızla aldatıcı bir gelişmeye dönüşebilir. Yaptırım politikası Rusya’da halk üzerindeki etkilerinin yanı sıra ABD, AB ve Almanya arasındaki rekabetin bir parçası. Rusya’dan artık gaz yok, bunun yerine ABD’den kaya gazı –basit bir örnek. Pek çok gerçek, Almanya ve AB’deki ekonomilerin, yaptırım politikasının tepkilerinden ABD’dekinden çok daha fazla etkilendiğini gösteriyor. Peki, Almanya’daki egemen sınıf kendi çıkarlarına zarar mı veriyor yoksa Annalena Baerbock’un belirttiği gibi gerçekten “Rusya’nın yıkımını” mı umuyor? Her durumda, bu çok tehlikeli.

Almanya üzerindeki etkiler

27 Şubat’taki Federal Meclis oturumunu izledim ve şok oldum. Uzaktan, bana sahnelenmiş büyük bir oyunun özelliklerini taşıyormuş gibi geliyor. Bugün biliyoruz ki, büyük güç gayretleri, silahlanma planları, NATO’yu ve silahlanmayı eleştirenlere karşı ilan edilen ideolojik mücadele, savaş bölgelerine nihayet silahların sevkedileceğinin duyurulması, silahlı insansız hava araçları lehine karar alınması ve nükleer paylaşım için savaş uçaklarının modernizasyonu üç gün içinde alınmış kararlar değildi. Bu kararlara Rusya’nın saldırısı bahane edildi -bu kararların nedeni kesinlikle bu değil, planlar çok önceden yapılmıştı.

Hristiyan Demokrat Birlik CDU tarafından desteklenen Trafik Lambasının[5], Almanya’nın büyük bir güç olma iddiasını niteliksel bir sıçrama ile teşvik etme ve uygulama görevi olduğu açıkça görülüyor. Bu bağlamda, bu Federal Meclis oturumu bir dönüm noktası oldu.

Federal Cumhuriyet tarihindeki en büyük silahlanma programıyla karşı karşıyayız -silahlanmaya anayasal statü verilecek. Federal Ordu’nun yeniden yapılanması ile uğraşmak zorunda kalacağız. Artık uzun süredir dünya çapında başka ülkelerde müdahale deneyimleri kazanıldığına göre, Federal Ordu’nun ek olarak Avrupa’da büyük savaşlar yürütebilecek hâle gelmesi planlanıyor.

Ekonomik olarak derin bir durgunluğa ve yüksek enflasyona katlanmayı göze alıyorlar, çünkü belli ki yöneticiler kitlelerin “Putin’e karşı soğuktan donmaya” hazır olduğundan oldukça eminler. Yani bu yol hattının bedelinin sosyal kesintilerle ödeneceğini ve kitlelerin buna rağmen sürece dahil olacağını ve dolayısıyla sakin kalacağını varsayıyorlar.

Bu hem ideolojik olarak, hem de baskıyla güvence altına alınmaktadır. Nasıl ele alırsanız alın, “RT” ve “Sputnik”e yapılanlar basın özgürlüğüne yapılmış büyük bir saldırıdır. İş hukukunda meslek yasakları için yeni emsaller oluşturuluyor. Rus düşmanlığı körükleniyor ve Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı devreye sokuluyor.

Kitlelerin buna ortak edilmesi kırılmaya neden olabilir. En geç hepimizin doğalgaz faturaları geldiğinde, bu durum birçoğu için sıkıntı doğuracak. Vergilendirilmiş ve dolayısıyla önemli ölçüde azalmış olan 300 Euro’luk zam, yüksek gıda fiyatları karşısında çoktan erimiş olacaktır. Ve emekliler, işsizler, 2. basamak işsizlik ödeneği alanlar – bugün itibariyle – ya çok daha azını ya da hiçbir şey almadılar. İdeolojik birlik, “Ruslara karşı soğuktan donma”ya hazır olma bu nedenle egemenler için oldukça önemlidir. Ve tabii ki, kırılmayı sağa doğru gerçekleştirme olanakları var. Benim kanaatime göre, bu öncelikle egemenlerin bu savaşın 24 Şubat 2022’de başladığı yalanını sürdürmeyi başarıp başaramayacaklarına bağlı. Eğer Yugoslavya’daki savaş unutulursa, eğer kimse NATO’nun 1999’dan beri devam eden doğuya doğru yayılmasından söz etmezse ve son olarak, eğer Ukrayna’nın Donbas’a karşı sekiz yıldır sürdürdüğü savaştan söz edilmezse, bu ideolojik olarak kitleleri Rusya ve Çin karşıtı yörüngeye dahil etmenin temeli olur. Bu aynı zamanda kitlelerin bu yönelimin bedelini mümkünse gönüllü biçimde ödemelerinin de temeli olur.

Barış hareketinin durumu

Sosyal alana yönelik saldırılara, enflasyona, enerji fiyatlarında ve kiralardaki patlamaya duyulan öfkeyi Alman emperyalizminin silahlanma ve büyük güç olma yönündeki planlarıyla ilişkilendirmeyi başardığımız ölçüde bunu önleme şansımız artar.

İşçi hareketinin ve sendikal hareketin büyük bir kesiminin mevcut durumun tarihten yoksun analizine tümüyle aldanmış olmasını temkinli bir şekilde değerlendirmeliyiz. Onlara göre tek bir saldırgan var: Rusya ve Putin –NATO’nun artık neredeyse hiçbir rolü yok ve Federal Hükümetin silahlanma paketi az veya çok sadece kabul edilmekle kalmıyor, hatta kısmen gerekli görülüyor.

Elbette bunun pis işleri sosyal demokrat bir hükümetin yapıyor olmasıyla bir ilgisi var, ama yalnızca bununla açıklamak yeterli değil.

Bu durumu yenilgimizin bir parçası olarak görüyorum. Barışa ilişkin sağlam politik bir tutumun, en azından sendikal hareketin yönetim organları içerisinde daha köklü bir yeri olduğu yanılsaması içindeydik.

Sol Parti şu anda parçalanıyor. Bu parçalanmanın sonucu olarak, bölünmeden çok Sol Parti’nin Alman emperyalizminin stratejisine eklemlenmesini bekliyorum. Rosa Luksemburg Vakfı, şimdiden NATO’yu eleştiren etkinlikleri desteklemekten çekildi, gerekçesi bunun ana mesele olmadığı ve modasının geçmiş olduğu.

Barış hareketinin geleneksel yapılarında bu ortak olmaya direnenlerin sayısı az değil. Bu aynı zamanda ayrı sendikalar içindeki tek tek barış yapılarını da içerir. Bunların güçlendirilmesi gerekiyor, özellikle de iktidardakiler, ana içeriği “Ukrayna ile Dayanışma” yani, Donbas’a karşı sekiz yıl kanlı bir savaş yürüten milliyetçi bir devletle dayanışma olan “alternatif” bir barış hareketi kurmak için her türlü çabayı gösterdikleri için. Bir anda barış şarkıları çalınıyor ve ardından, eski antikomünist ve faşist slogan olan “Ukrayna’ya zafer, kahramanlara zafer” sloganı aslında sadece savaştan korkan insanlar tarafından haykırılıyor.

Bu durumla başa çıkmak, “iğneyle kuyu kazmak”tan zordur. Bulunduğumuz her yerde, her alanda tartışmamız ve sahip olduğumuz az sayıdaki gücümüzü nerede ve nasıl en etkin şekilde kullanabileceğimize karar vermemiz gerekiyor. Bu, barış hareketinin yapıları için, kamusal eylemlere katılımlar konusunda, ama özellikle işçi hareketinin ve sendikal hareketin yapıları için de geçerlidir.

Barış mücadelesinde görevler

Barış mücadelesinde ortak noktalar ve farklılıklar olarak gördüğümüz konuların oldukça ayırt edici bir şekilde formüle edilebileceğine inanıyorum.

Savaşlardan muzdarip olan tüm halklarla dayanışma içindeyiz, bu Ukrayna’daki halk için geçerli, bu çatışmalardan doğrudan etkilenen Halk Cumhuriyetlerindeki halklar için geçerli, bu Rusya’da yaptırımlardan muzdarip olan halk için geçerli, bu genelde milyonlarca sığınmacı için ve Almanya’ya gelen mülteciler için de geçerli. Ancak aşamayacağımız bir sınır, Ukrayna ile, yani bu devletle, bu hükümetle olan dayanışmanın sınırıdır. Bu devlet savaş yürütüyor -ve daha önce belirttiğimiz gibi, bu savaşı sekiz yıldır sürdürüyor.

Sığınmacılarla ilgili olarak, savaştan kaçan herkesin uygun ve iyi yaşam koşullarına sahip olmasını istiyoruz. Ukrayna’dan gelen sığınmacılar, siyasi açıdan kullanılmalarının sonucunda, şimdi sığınmacılar arasında birçok sınıfın bulunmasından sorumlu değiller. Bu iki yüzlülüğe elbette dikkat çekmeliyiz.

Ukrayna’nın Kırım ve Halk Cumhuriyetlerinde tekrar egemenlik kurma talebini paylaşamayız. Bu talebin gerçekleşmesi için muhtemelen orada yaşayanların katledilmesi gerekecek ve bu durum NATO’nun jeopolitik ve askerî saldırı stratejisine hizmet edecektir.

Bizim için Ukrayna halkıyla dayanışma aynı zamanda Rusya ile barıştan yana oldukları için yıllardır zulme uğrayan insanlarla dayanışma göstermek, şu anda üyeleri ve dostları zulüm, linç ve cinayet tehdidi altında olan Ukrayna Komünist Partisi ve Komsomolü ile dayanışma anlamına geliyor. Evet -Ukrayna’daki tüm savaş kurbanlarıyla dayanışma içindeyiz, ancak özel olarak Zelenski hükümetinin, organlarının ve milliyetçi faşist çetelerinin Ukraynalı antifaşistlere ve savaş karşıtlarına yönelik tehdidi özel dayanışmamızı gerektiriyor: Mikhail ve Aleksandr Kononoviç Yoldaşlarımıza Özgürlük! Aynı şekilde, özel dayanışmamızın konusu olan, Ukrayna’nın Donbas Cumhuriyetlerine karşı yürüttüğü savaşın unutulmuş kurbanlarıyla dayanışma içindeyiz.

Barış hareketinde temsil ettiğimiz ve sendikaların üyeleri olarak sendikalara taşıdığımız görüşlerimiz nettir:

Federal Hükümetin silahlanma programına, Anayasa’da yer alacak olan 100 milyarlık özel ödeneğe ve silahlanma bütçesinin 80 milyar Euro’ya yükseltilmesine, yani yüzde iki hedefine karşıyız.

Federal Ordu’nun silahlı insansız hava araçları ve Büchel için yeni F-35 savaş uçaklarıyla silahlandırılmasına karşıyız. Alman emperyalizminin atom bombasına erişimi anlamına gelen “nükleer paylaşımı”na karşıyız.

NATO’ya, NATO’nun doğuya doğru yayılmasına ve şu anki savaşın temel nedenleri olan saldırganlık politikasına karşıyız. “Almanya NATO’dan çıksın, NATO Almanya’dan çıksın!” hâlâ doğruluğunu koruyor.

Ukrayna’nın Donbas Halk Cumhuriyetlerine karşı sekiz yıldır yürüttüğü bu savaşın tarihsel geçmişine bakmamız gerekiyor -bu savaşa burjuva medyasında geçmişte yer verilmedi ve bugün kasıtlı olarak unutturuluyor.

Rusya’yı mahvetmek isteyen uluslararası hukuka aykırı yaptırım politikasına ve Rusya ile Almanya halklarının sırtından acımasızca yürütülen Alman emperyalizminin büyük güç politikasına karşıyız.

Ukrayna’ya silah sevkiyatına karşıyız, çünkü silah sevkiyatı ve silahlanma barışı sağlamaz.

Ne Ukrayna’ya gönderilecek silahların, ne de Almanya’nın NATO’ya ve bu savaşa herhangi bir şekilde katılmasının bedelini ödemek istiyoruz.

Rus düşmanlığına ve barış güçlerine karşı yeni baskılara karşıyız. “Rusya ve Çin ile barıştan yanayız” demeye devam ediyoruz -bu Almanya ve Avrupa’daki insanlara hizmet ediyor, bu dünyada barışa hizmet ediyor.

Ve hepsinden önemlisi: Savaş son bulmak zorunda, silahlar susmak zorunda. Bunun için Ukrayna, Rusya ve Halk Cumhuriyetlerinin meşru güvenlik çıkarlarını güvence altına alan bir sisteme ihtiyacımız var. İkinci adım olarak, NATO’nun geri çekilmesi gerekir.

Stratejik olarak bu hedeflere ancak; halkımız NATO saldırganlığının, Almanya’nın silahlanmasının ve silah sevkiyatı yoluyla savaşın uzatılmasının bedelini ödemenin kendi çıkarına olmadığını anladığı zaman daha iyi bir şekilde ulaşabileceğiz.

Stratejik olarak bu hedefe ancak halkımız mevcut enflasyonun, mevcut enerji fiyatlarının, mevcut gıda fiyatlarının, tröst şirketlerin yol açtığı toplumsal kaybın bir kombinasyonu olduğunu anladığı takdirde, daha iyi bir şekilde ulaşacağız

Buna “Putin’e karşı soğuktan donma” adını veriyorlar ama gerçekte NATO’nun doğuya doğru yayılması, Almanya’nın büyük güç planları ve tröst şirketlerin kasasındaki rakamlar anlamına geliyor.


* Alman Komünist Partisi DKP’nin başkanı

[1] https://www.unsere-zeit.de/parteitag-per-telefon-169336/

[2] https://www.unsere-zeit.de/noch-nie-seit-1945-hat-eine-deutsche-regierung-so-massiv-an-der-eskalation-eines-krieges-gedreht-wie-die-jetzige-169377/

[3] https://www.unsere-zeit.de/frieden-geht-nur-mit-russland-und-china-168025/

[4] Çevirmenin notu: 1918’de Spartaküs Birliği ile farklı radikal sol grupların birleşmesi sonucu kurulan tarihî parti. Partinin kapatılması sonucunda 1968’de günümüzdeki Alman Komünist Partisi DKP kurulmuştur.

[5] Çevirmenin notu: Almanya’nın iktidardaki koalisyon hükümetini oluşturan üç partinin renginden dolayı koalisyon hükümetine takılan isim

Paylaş