Zehra ARAL
SÖYLEŞİ: YASEMİN ERTÜKEL
Bu sayıda sayfalarımızda Zehra Aral ile buluşuyoruz. Zehra Aral, 1945 yılında Ordu’da doğdu. Genç bir kadın olarak feodal Orta Çağ kalıntısı akımların emperyalistler ve işbirlikçi burjuvazi tarafından hortlatıldığı, kapitalist sömürünün doruklara ulaştığı ağır yoksulluk koşulları ve tabii ki erkek egemen toplumsal anlayışın bütün engellerini aşarak hayallerinin ve yeteneklerinin peşinden koşmayı başardı.
Aral, 1963-68 yılları arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi İDGSA Resim Bölümü Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesindeki öğrenimini tamamladıktan sonra burslu olarak 1971 yılında Fransa’ya gitti. 1972-75 arasında Ecole Nationale Superieure des Beaux Arts’da Yankel Atölyesi’nde resim ihtisas eğitimini tamamladı. 1975’te yurda döndü.
Toplumsal gerçekçi sanat anlayışını benimseyen ressamlarımızdan biri olan Zehra Aral, eserlerinde mesajlarını en çok da “ülkemizde kadın olmak sorunu ve sorumluluğu taşıyan, eril egemenlik anlayışının baskısı altında ezilen kadınlar” aracılığıyla veriyor. Doğal olarak kadının toplumsal kurtuluş mücadelesinin parçası oldu ve logosunu da tasarladığı İKD’nin üyesi oldu.
Zehra Aral yurt içi ve yurt dışında birçok kişisel sergi gerçekleştirdi. Karma sergileri de oldu. İşte Aral’ın sergileri:
1978 yılı
– “Sanat 78” Sergisi
Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul
– “Sanatta Kadın” Karma Sergi,
Yapı Endüstri Merkezi Sanat Galerisi, İstanbul
– GSD Mayıs Sergisi,
GSD Sanat Galerisi, İstanbul
– Nâzım Hikmet’e Saygı Sergisi.
GSD Sanat Galerisi, İstanbul
1985 yılı
–“Barış” Karma Resim Sergisi,
Şan Sineması Galerisi, İstanbul
1986 yılı
– Özgün Baskı Sergisi,
Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul
1987 yılı
– Karma Sergi,
Altuneller Sanat Galerisi, İstanbul
1994 yılı
– “Kadın Ressamlarımızdan Bir Kesit”
Karma Resim Sergisi, Art Gallery, İstanbul
2000 yılı
– “İmece” Karma Resim Sergisi,
Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul
– Kişisel sergi, Caveau des Artistes, Sainte- Claude, Fransa
– Kişisel sergi,
Centre Culturel Anatolie, Paris, Fransa
2024
“Yeni Baştan Umutla-2”
Prof.Dr.Türkan Saylan Kültür Merkezi
Şimdi söz Zehra Aral’ın:
Sanatla ilgilenmeye ne zaman başladınız?
Hemen her çocuğun içtepileri onu farklı davranış biçimlerine yönlendirir; kiminde bu bir ses olur müziğe, kiminde görsellik olur resime güzel sanatlara, kiminde şiire, edebiyat alanlarına sürükler. Burada önemli olan bu yeteneğin suyun yolunu bulması gibi henüz olgunlaşmamış bu yeteneği çevresinin keşfedip yönlendirmiş olmasıdır.
Ben de orta eğitim ve lise öğrencisi olduğum dönemlerde kendim için ayırabildiğim zamanlarda defterlerime, kitap kapaklarının boş alanlarına portreler, insan figürleri ve birlikte yaşadığımız aile fertlerinin, komşulardan ilginç bulduğum insanların portrelerini çizerdim. Bu resimlerimle resim öğretmenimin de dikkatini çektim. Resim dersi en sevdiğim derslerden biri idi.
Derslerde büyük haz ve istekle çizdiğim natürmort çalışmaları o sıralar üniversitede okuyan büyük ağabeyimin de dikkatini çeker. Resimlerimi çok sevdiğini söyler ve beklediğim büyük destek abimden gelir; bana Ordu’ya tatil için geldiği bir yaz Cézanne’ın bir kitabı ile birlikte bir kutu boya takımı getirir. Bu boyalarla hatırlıyorum Cézanne’ın resimlerini örnek alıp evimizin bahçesinden ilk peyzaj resmimi yapmıştım. O zaman resim sanatının benim duygu dünyamdan ve yaptıklarımdan çok farklı olduğunu anlamıştım. Benim adını ilk kez ondan duyduğum Güzel Sanatlar Akademisi’nin sınavlarına girmem gerektiğini söyler. O kadar mutlu olmuş ve sevinmiştim ki. Ancak yaşanılan maddi koşullar üniversitede aileden üçüncü bir çocuğun okumasına izin verecek durumda değildi. Ve üstelik bu çocuğun kız olması işi daha da zorlaştırıyordu.
Liseyi bitirdiğimde ağabeyim artık şehir plancısı olarak bir işte çalışıyor ve bana sahip çıkıyordu. Liseyi bitirince 1963-64 öğrenim döneminde Güzel Sanatlar Akademisi sınavlarına girdim ve kazanarak sanatın uzun sorunlu, sorumlu çileli yoluna girmiş oldum.
Eserlerinizde ilham aldığınız noktalar nelerdir?
İnsan ve insan gerçeğini resmin odağında tüm yalınlığıyla tutmak. Bu bakış içinde figür anlatımının sorunları kesinlikle göz ardı edilemez. Burada insanı hangi koşullar, hangi toplumsal yapı içinde ele alarak gerçekleştirdiğiniz önem kazanır. Bunların hiçbirinin resmin temel sorunlarına eğilmeden renk, biçim, içerik, kurgu vb. yalın bir yol haritası çizilmeden gerçekleşmesi olanaksızdır. Resmin konusu hikâyeye dönüştüğü an farklılaşır. Burada konunun önemi o konuya bakış açısı ve yüklenilen öz-biçim ilişkisidir. Dünya görüşüm toplumsal gerçekçi resim anlayışını benimsememde önemli rol üstlenmiştir. Şüphesiz biraz önce sıraladığım ögelerin organik bir yapı içerisinde birleşerek estetik ifadesini bulması, karmaşık bir yapının çelişkisini de beraberinde getiren karşıtlıklar düzenidir.
Sanatçı kişi önermelerini; sezgileriyle, hissettikleriyle, dünya görüşüyle, psikolojik durumuyla sözkonusu ettiğimiz öz-biçim ilişkisi ile ifadelendirir. Burada hiç şüphesiz anlatım dilinin tutarlılığı ve biçemin niteliği de önemlidir. Burada asıl sorun insan ve insan gerçeğinden söz ettiğimizde özneyi, hangi toplumsal oluşumlar içine yerleştirdiğimiz gerçeğidir. Biçemin sorunsalı da işte burada başlar. Yapıtlarımın yükünü taşıyan figürler en başta ülkemizde kadın olmak sorunu ve sorumluluğu taşıyan, eril egemenlik anlayışının baskısı altında ezilen kadınlardır. Bu sorunun sanatsal yaratıcı süreçlere taşınması bir sanatçı sorumluluğudur. Burada yerellik, gelenek örfler, toplumsal alışkanlıklar göz ardı edilemez. Aynı zamanda anlatımın en kesin ifadesini bulan yalın anlatım diliyle konuyu çarpıcı hâle getirerek izleyiciye yalın bir ifade sunarak önem kazanan ve gelecekte insanca yaşamanın beklentisindeki bir anlatım dilini var etmektir benim resimlerim.
Yaşadığım, gördüğüm, duyduğum olaylarla içselleşip empati kurduktan, bakış açım ve düşünsel süzgecimden geçirdikten sonra resmin estetik ve temel sorunlarını yalın bir dille aşmaya çalışırım. Kuşkusuz yüksek düzeyde düşünsel bir yoğunluk gerektirir bu durum. Buna bir örnek olarak; Faşismus adlı bir derginin iç sayfalarında gördüğüm bir fotoğrafta Nazilerin asarak öldürdükleri 18 yaşındaki Rus kızı Zoya’nın bende bıraktığı derin etki gösterilebilir. Kitabı alacak param olmadığı için o akşam bir peçete üzerine belleğimde kalan imgeyi çizdim. Yıllar sonra çok sayıda ZOYA resimleri yaptım. Öğrencilik yıllarımdan (1968) beri bizim kuşağın tüm fırtınalarını yaşadım. Ülkemde ve dünyada gelişen olaylardan haksızlıklardan etkilenerek resim yaptım. Kızların çocuk yaşta evlendirilmeleri; elinde, karnında, sırtında çocuklarla çalışmak zorunda, bırakılan emekçi kadınların toplumsal sorunlarını kendime rehber edindim. Şimdi bana soruyorlar, politik misin? Evet, yediğimiz ekmekten içtiğimiz suya kadar politikanın içindeyiz. Bunları hissetmiyor duymuyorsak sanatçı duyarlığı kelimesi ne anlam taşır, nerede kalır.
Resimlerinizin yanında İKD logosu da en bilinen eserlerinizden biri.
Eseriniz binlerce kadının elinde, kalbinde bayraklaştı ve bugüne kadar geldi.
İKD logosunun tasarım sürecinden ve duygularınızdan bahseder misiniz?
İhtisas yapmak için burslu olarak 1971 yılında gönderildiğim Fransa’dan 1975 yılında döndüğümde İlerici Kadınlar Derneğine üye olarak katıldım ve gecekondu mahallelerinde özellikle Hisarüstü’nde görevlendirildim. İKD yaşamım içinde sorumluluk ve etkinlikler bağlamında en heyecan duyduğum süreçtir. Örgütlenmenin, örgütlü bir toplum olmanın önemini ve bilincini İKD çalışmalarım sürecinde öğrendim. İKD’yi kapatarak ilerici kadın hareketini, kadının örgütlü gelişimini sonlandırmaya çalışan gerici hükûmet aynı zamanda barışa ve kadının özgürlüğüne büyük bir darbe vurmuştur.
İKD kapatılmadan bir süre önce logosu için hazırladığım eskizlerdeki kadın, güvercin ve zeytin dalı simgeleri barışın ve geleceğin umudu olan üretken, emekçi kadının simgeleridir. Bu simgeler halkların aynı zamanda ortak özgürlük için birleştirici simgeleridir de. Özgürlük ve bağımsızlık duygusu örgütlü kadının ve barışın özünü oluşturur. Bu logonun yapılması, dernek amblemi olarak kullanılması aşamalarında logoyu bir İKD’li olarak örgüt bilinci ile; kitlelere yalın yoldan ulaşmanın aracı olarak ve bir militan görevi olarak gördüm. İKD’nin kapatılması sonrası İKD ile birlikte insanlık tarihinin sayfalarında bir yerlerde kalmadan küllerinden yeniden doğan genç İKD’nin logosu olarak binlerce örgütlü kadına bayrak olması elbette bana heyecan veriyor.
Örgütlü kadın hareketinin can bulduğu bugünün İKD’si kadınların ilerici gücünün yenilmezliği ve iradesi olarak insanlığın geleceğini aydınlatacaktır.