HAZIRLAYAN: İSMAİL KAPLAN
Dinci-şovenist çevreler zafer sarhoşluğu yaşıyorlar. İdlib’teki HTŞ çetelerini vurucu güç olarak harekete geçirerek Suriye’yi fethettiklerini, Suriye’de her şeyin artık Türkiye’den sorulduğunu, Suriye’nin Osmanlı tarihindeki yerine döndüğünü, Türkiye’nin genişlemeye başladığını, Cumhuriyet sınırları dışında kalmış eski tarihî vilayetlerin adım adım Türkiye’ye katılacağını iddia ediyorlar. Hızlarını alamayanlar, televizyon ekranlarından Halep’e, Hama’ya, Humus’a, Şam’a, Kerkük’e, Musul’a daha şimdiden il plakası bile veriyorlar.
Oysa Amerika ve İsrail, Suriye’nin yıkılmasından ve iktidarın HTŞ’ye geçmesinden en büyük faydayı kendilerinin sağladığını her vesileyle açıklıyorlar. Olguların da doğruladığı bu sonucu görmezden gelenler, Türkiye Cumhuriyetine büyük kötülük yapıyorlar. Çünkü ham hayalden başka bir anlam taşımayan fetihçilik, emperyalizme ve sömürgeciliğe hizmet eden bir yıkıcılıktır.
Topraklarımı genişletiyorum sanırken toprağını kaybetmekle, küçülmekle sonuçlanır. Halkı/ulusu büyütüyorum rüyası görürken halkı/ulusu yıkar, felakete sürükler. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkı başkasının toprağına göz dikmediği gibi, kendi topraklarını da başkasına bırakmaz.
Emperyalizmin ayartmasına kapılarak Suriye’de Amerika ile İsrail’in kötü amaçlarını hayata geçirmesine yardımcı olan dinci-şovenist çevreler, içeride, halkı bir avuç vurguncunun çıkarına sistemli olarak yoksullaştırarak halk/ulus birliğini temelden sarsıyorlar. Bununla da yetinmiyor, halk/ulus birliğini daha da bozacak bir projeyi dayatıyorlar. Sureti haktan görünerek İmralı ile görüşme yoluyla iç barışın sağlanacağını iddia ediyor, Türkiye’de Öcalan’la kol kola girmek istiyorlar.
Halkı yoksullaştırma harekâtı ve fetihçilik rüyası, bir kolda dolar milyarderleri şebekesiyle, bir kolda Colani ve Öcalan’la yürüme sevdası, Türkiye Cumhuriyetini parçalamayı, halkı/ulusu yıkmayı amaçlayan emperyalizmin projesidir. Bağımsız bütün laik demokratik sosyal hukuk devletini din ve etnik köken temelinde bölme, bütün yurttaşları işbirlikçi kapitalist oligarşinin dilsiz kölesi yapma, bölgede mahşerin kapılarını ardına kadar açma, halkların birbirini boğazlayacağı yüz yıl savaşlarını körükleme planıdır. Amerika ile İsrail’in, emperyalist savaş blokunun bu uğursuz planını kabul etmeyeceğiz.
İmralı Heyetinin üyesi Ahmet Türk, Türkiye halkına emperyalist projenin zehirli şerbetini bakın nasıl sunuyor: “Bugün Ortadoğu’da 50 milyonluk bir Kürt nüfusu var ve hepsinin yüzü Türkiye’ye dönük, kendilerini Türkiye’nin bir parçası olarak görüyorlar. Bunu kalıcı hâle getirmek lazım.” (İsmail Saymaz, Halk TV, 3 Ocak 2025)
Ahmet Türk aynı şerbeti halkımıza şu şekilde de “ikram ediyor”: “Irak’a da gittim, Suriye’ye de gittim. Bütün Kürtlerin gözü Türkiye’de. Kendilerini hâlâ Osmanlıdan bu yana Türkiye’nin bir parçası olarak görüyorlar. Kürtler sadece Türklerle adil bir yaşam sürebilir, özgürleşir. Başka şansları da yok.” (Aytunç Erkin, Nefes, 4 Ocak 2025)
Türkiye halkı bölgede sınırları değiştirmeyi, dolayısıyla halkların kan ve gözyaşını sürekli kılmayı açıkça teklif edenlerin kurnazlığına hayır diyor. Herkesi kör, âlemi sersem sananlar halkı aldatamayacaklarını görecekler. Ülkeyi sözüm ona büyüterek küçültme oyunu tutmayacak. Kürt halkı bölge ülkelerinde emperyalistler ve işbirlikçi kapitalistlerle değil, işçi sınıfıyla, şehir ve köy emekçileriyle birleşecek, bulunduğu ülke halkının ayrılmaz parçası olarak özgürlüğe ve eşitliğe kavuşacak. Emperyalizmin kanlı projesini değil, emekçilerin barış projesini seçecek. Dosyamızda halk/ulus yıkıcıları projesinin işaret taşlarına ilişkin değerlendirmeleri bulacaksınız.

TERS TEPEN GÖNÜLLÜ KULLUK
31 Mart 2024 yerel seçimlerinde istibdadı püskürten ve CHP’yi uzun yıllardan sonra birinci parti yapan Türkiye halkı daha seçim zaferinin sevincini yaşayamadan CHP yönetiminin “normalleşme” adını verdiği akıl almaz bir gönüllü kulluk politikasıyla karşı karşıya kaldı.
CHP yönetimi, istibdadın halk düşmanı sınıfsal ve zümresel niteliğini, cumhuriyetle bağdaşmaz yarı feodal yarı kapitalist doğasını, vurguncu ve baskıcı özünü göz ardı eden bir ham hayalin peşine takılarak istibdatla müzakere etmeye ve uzlaşmaya çalıştı.
CHP yönetiminin hayaline göre istibdat istibdat olmaktan vazgeçecek, CHP ile ortaklık kuracak, böylece etrafındaki kötülerin etkisinden kurtulacak olan tarafsız Erdoğan’ın başkanlığında AKP ile CHP Türkiye halkının sorunlarını bir bir çözmeye başlayacaktı.
İstibdat, Türkiye halkının en geniş kitlelerini derinliğine yoksullaştırma ve bir avuç kapitalist şirketi ölçüsüz zenginleştirme harekâtının tam ortasında uğradığı seçim yenilgisiyle iyice köşeye sıkışmıştı. Nasıl kurtulacağını hesaplamaya çalışıyordu.
“Allahın lütfu”
İstibdat, CHP yönetiminin ham hayalini sevinçle karşıladı. Muhalefetin yumuşamasını “Allahın lütfu” saydı. Birkaç yumuşama demeci, bir çay daveti, iki buluşma, Özgür Özel’i medyada biraz pohpohlama, Kıbrıs ziyaretinde onunla el sıkışma ve yarım yamalak sohbetle kendisi açısından çok değerli zaman kazandı: Ekonomik programı yönünden kritik Temmuz ayını asgari ücreti arttırmadan, işçilere, memurlara, emeklilere, refah payı vermeden atlattı. Çay ve buğday üreticilerini çaresizliğe mahkûm etti. Faiz ve rant politikasıyla işsizliği arttırdı. Yeni vergiler getirerek ve kamu hizmetlerine zam yaparak esnafı, küçük işletmecileri iş yapamaz duruma düşürdü. Konut kiralarında sınırlamayı kaldırdı. Pahalılığa seyirci kaldı. Atanmayan öğretmenleri fiilen öğretmenlik hakkından yoksun bırakacak düzenlemeyi getirdi. Laik Cumhuriyete ve bilime düşman “maarif müfredatı”nı geçirdi. 1 Mayısta işçi sınıfına ve dostlarına, bütün İstanbul halkına gözdağı verdi. Antalya, İstanbul-Gayrettepe ve İzmir’de CHP’li belediyelerin de ihmaliyle meydana gelen ölümlü kazaları tek başına CHP’nin sırtına yıktı. İnsanların güvenliğini sağlama gerekçesiyle sokak hayvanlarını katletmeyi öngören ve yükünü belediyelere yükleyen girişimi başlattı. Ardından, 24 Temmuzda “yok öyle 25 kuruşa simit” diyerek belediyelerin SGK borçlarını kaynağında tahsil edeceklerini ilan etti.
Yerel seçimlerden bu yana bizzat CHP yönetimi tarafından fiilen “çözüm ortağı”, hatta “çözüm makamı” olarak gösterilen istibdat, paha biçilmez dört ay kazandı. Umudunu Özgür Özel’in müzakerelerine bağlayan sendikalar, dernekler, emekçi kitleler, CHP’nin öncülük ettiği sınırlı sayıda kitle eylemi dışında, eylemsiz kaldı.
Hayal kırıklığı
Yeterince güç topladığını düşünen istibdat şimdi CHP’yi tekrar düşmanlaştırarak siyasi bir hamle yapıyor. Gönüllü kulluk ters tepti. İstibdada elini uzatan CHP yönetiminin eli hoyratça geri itildi. CHP yönetimi kendisine umut bağlayan halkı ve kendi parti örgütünü hayal kırıklığına uğrattı. Hayal kırıklığı öğretir. Ekmeğin 10 lira, simidin 15 lira olduğu zulüm günlerinde işçiler, şehir ve köy emekçileri, emekliler, esnaf, olan bitenlerden kesinlikle ders çıkaracaktır. Bağımsız bütün laik demokratik sosyal cumhuriyet hedefinde birleşen güçler istibdada son verecektir.
26 Temmuz 2024
AKP MEYDAN OKUDU
AKP bir kez daha Anayasaya meydan okudu. Hatay TİP milletvekili Can Atalay’ın kanunsuz olarak hapiste tutulmasından vazgeçmeyeceğini Millet Meclisinde dün (16 Ağustos 2024) şiddet de kullanarak gösterdi.
İşareti AKP Meclis Grup Başkan Vekili Abdullah Güler verdi. Dün öğleye doğru düzenlediği basın toplantısında, Can Atalay’ın milletvekilliğini düşüren 30 Ocak 2024 tarihli Millet Meclisi işleminin yok hükmünde olduğunu belirleyen Anayasa Mahkemesi kararına uymayacaklarını açıkladı. Anayasa Mahkemesi kararının yerine getirilmesi için Meclisi olağanüstü toplantıya çağıran ve bu konuda genel görüşme açılmasını isteyen muhalefetin önergesine karşı çıkacaklarını duyurdu.
Öğleden sonra Meclis açıldı. Meclis toplantısına, sırası olmadığı hâlde, daha önce Can Atalay’ın milletvekilliğini düşürme işlemini yapan AKP’li Bekir Bozdağ başkanlık ediyordu. Kasıtlı ve usulsüz bu başkanlık için usul tartışması yapılırken Meclis İdare Amiri AKP’li Alpay Özalan kürsüde konuşan TİP milletvekili Ahmet Şık’a saldırdı. Ahmet Şık ile onu korumaya çalışan milletvekilleri AKP milletvekilleri tarafından adeta linç edildi. Verilen aralardan sonra partilerin uzlaşmasıyla toplantıyı AKP’li Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş yönetti. Kürsüde konuşan ile konuşmacıya saldırarak şiddet uygulayan eşitlenerek Ahmet Şık ile Alpay Özalan’a kınama cezası verildi. Yapılan konuşmalardan sonra muhalefetin genel görüşme önergesi reddedildi.
Karşıt doğalar
İstibdat istibdatlığına devam ediyor. Doğasının gereğini yerine getiriyor. Anayasayı, kanunları, hukuku çiğniyor, Cumhuriyete ve halka meydan okuyor.
Fakat tarih şahittir: Anayasayı, kanunları, hukuku çiğneyenler eninde sonunda hesap verir. Cumhuriyete ve halka meydan okuyanlar eninde sonunda cezasını bulur. Çünkü halk da eninde sonunda doğasının gereğini yerine getirir. İstibdatla asla bağdaşmayan Cumhuriyete sahip çıkar. Özgürlük eşitlik kardeşlik der. Akıl bilim çağdaşlık der. Bağımsızlık der. Laiklik der. Dayanışma, kalkınma, refah der. Vatan Cumhuriyet Emek der. Orta Çağ köleliğini, sermaye kulluğunu reddeder.
İstibdat doğasını ısrarla gösteriyor. Sırada halkın kendi doğasını göstermesi var.
17 Ağustos 2024

BİZ DURDURMAZSAK DURMAYACAKLAR
TKP’nin 10 Eylül 1920’de kuruluşunun 104. yıldönümü kutlamak amacıyla
8 Eylül 2024’te Şişli Belediyesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evinde
İsmail Kaplan tarafından yapılan konuşma
Değerli yoldaşlar, değerli dostlar, değerli konuklar hoş geldiniz.
Konuşmamı özellikle son aylarda Türkiye’de, bölgede ve dünyada yaşananlara dayandırmaya çalışacağım.
Hepimiz farkındayız, Türkiye’de istibdadın büyük bir saldırısı var. Feodalizm ile kapitalizmin en kötü yanlarını birleştiren iktidarın saldırısına karşı halkımız 31 Mart 2024 seçiminde anlamlı bir cevap verdi. Çok uzun bir aradan sonra, istibdadın ana partisini bütün iktidarı boyunca ilk defa olarak ikinci parti durumuna düşürdü.
Harikaydı. Herkes sevinç içindeydi. Ardından mücadelenin arttığına şahit olduk. Mayıs sonuna doğru, 26 Mayısta Ankara’da Büyük Emekli Mitingi yapıldı. Buğday, domates, fındık üreticileri mitingler düzenledi. Asgari ücret mitingleri yapıldı.
Kritik ay Temmuz
Ama kritik ay Temmuz ayıydı. Çünkü Temmuzda asgari ücretin yeniden belirlenmesi, işçilerin emekçilerin maaşlarının, emekli maaşlarının yeniden belirlenmesi gerekiyordu. Oysa kapitalist sınıf adına krizi yönetmekte olan iktidar bu ayı sorunsuz geçirmek istiyordu. Çünkü insanları yoksullaştırma harekâtını yürütüyordu. Türkiye halkının en geniş kitlelerini yoksullaştırma, hızla yoksullaştırma, daha daha yoksullaştırma, toplumun en dibine itme ve özellikle emeklilere adeta ekonomik bir soykırım uygulama, bütün emekçileri toplumun dışına çıkarma, yaşayamaz duruma getirme harekâtını sürdürüyordu.
Evet, Temmuzdan önce yerel seçimde büyük bir zafer kazanıldı, ardından büyük eylemler yapıldı. Peki ya bu kadar kritik olan Temmuz ayında ne oldu? Temmuz ayı geldiğinde tek tük birkaç basın açıklaması, birkaç miting dışında adeta ses çıkmadı. Herkes iktidarı bekledi.
İnsanlarda çok büyük bir güven vardı. Genel olarak, “Hakikaten çok kötü durumdayız. Bu iktidarın niyetini, yaklaşımını tabii ki biliyoruz ama, artık bu kadar da kötü olamazlar. Mutlaka bizim koşullarımızı anlarlar, mutlaka bize zam verirler, ücretlerimizi insanca yaşayacak hâle getirebilirler” diye bir beklenti oluştu. “Aldığımız maaşla, özellikle emeklilerin maaşlarıyla ya da toplumda çalışanların yarısından fazlasının normal ücretine dönüşen asgari ücretle yaşanamayacağını herkes bilir. Baştakiler bu kadar vicdansız olamazlar” diye düşündüler.
Bir kesim dedi ki, “Yahu bunlar Allahtan korkar. Bu kadarını da yapmazlar.” Bir bölüm dedi ki, “Bunlar Allahtan korkuyor mu, korkmuyor mu, yoksa dini sadece kendi menfaatleri için maske olarak mı kullanıyor, bunu bilemeyiz. Ama sonuç olarak mutlaka maaşlara zam verirler.” Bir kesim de dedi ki, “Canım, seçim zaferimiz var ortada. Halk olarak biz işaret verdik. Mutlaka bu işaretin gereğini yaparlar.”
Bu duygu, düşünce ve beklentilerin üstüne, CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel de dedi ki, “Normalleşeceğiz, yumuşayacağız. Belli şeyleri talep edeceğiz. İktidar da bunları verir. Vermezse bunun bedelini öder.”
Ne oldu? Toplum o kritik günleri adeta traktör farına tutulmuş bir tavşan gibi hareketsiz izledi. Hepimiz, kendimizi de içine katarak söylüyorum, hepimiz izledik. Yani uyarılar yaptık, çağrıda bulunduk, belli eylemler düzenledik, ama büyük kitle hareketleri olmadı. Niye? Çünkü büyük bir güven vardı, baştakiler ücretlere maaşlara zam yaparlar, hakkımızı verirler; yapmamaya, vermemeye cesaret edemezler, diye.
Üreticiler açısından bakıldığında, çiftçiler köylüler açısından bakıldığında durum daha da vahimdi. Niye? Çünkü mazot parası bile karşılanamıyor, işçilik ücreti bile karşılanamıyor, ulaşım masrafı bile karşılanamıyorken artık bizi yaşanamayacak bir gelire mahkûm etmezler, inancı vardı. Çok köklü bir inançtı bu. Anket şirketleri her ay araştırmalar yapıyor biliyorsunuz. Bu araştırmalarda, Temmuz ayında yapılan araştırmalarda köklü bir hayal kırıklığı çıktı. Herkes hayal kırıklığına uğramıştı. Çünkü insanlar bu kadar olmaz, bu kadar olmaz, bu kadar olmaz, diyorlardı. Bu kadar olmaz, insanlıktan bu kadar yoksun olamazlar, diyorlardı.
Fakat iktidar beklenen adımı atmadı. Ve büyük bir öfke dalgası ortaya çıktı. Özellikle toplumsal olarak hareket etmesi çok zor olan çiftçi kesiminin Türkiye’nin her tarafında birden hareketlenmesine tanık olduk. Domates üreticileri, buğday üreticileri, çay üreticileri, fındık fıstık üreticileri, karpuz üreticileri, kayısı üreticileri Türkiye’nin her tarafında ana yollara çıktılar, yolları kestiler, ürettikleri ürünleri döktüler. Böyle bir yaşam olmaz, dediler. Protestolarda bulundular.
Sendikalar bu Temmuz ayında sadece bildiri yayınladılar. Büyük konfederasyonlar olarak baktığımızda sadece bildiri yayınladılar, maaşların arttırılmasını istiyoruz dediler, insanca yaşam olsun dediler. Ama olmadı.
Safça güvenme hastalığı
Yani görünürde her şey iyiye giderken, her şey iyiyken bir sonuç alınamadı. Bunun sebebi ne? Çünkü kitleler, emekçi kitleler, halk, Türkiye halkı ve bütün dünya halkları -bütün dünya halkları aynıdır aslında, belli özellikler açısından bakıldığında- yöneticileri de vicdan sahibi, yurtsever, halkını sever, karşısındakinin haklarına riayet eden, onlara saygı gösteren kesimler olarak gördüler. Bu inançla hareket ettiler.
Bu inanç nasıl bir inanç? Bu safça bir inanç. Safça inanma, safça güvenme, baştakilere güvenme hastalığı.
İstibdat var, tamam. İstibdadın kötü olduğunu biliyoruz ama bu kadar da kötü olamaz, diye. Bu kadarına cesaret edemez, diye. İstibdattan umudunu kesenler de, “İşte CHP birinci parti oldu, çıkarlarımızı savunuyor. Biz onu öne çıkardık. O da haklarımızı savunur. Haklarımızı alır ve biz bu kadar kötü durumdayken mutlaka bizi kurtarır” diye düşündüler. Olmadı.
Herkes izlerken, iktidar açısından, Türkiye’de kapitalizmin emekçi halka saldırısı açısından kritik önem taşıyan Temmuz ayı bomboş geçti adeta. Ve onlar programlarını uygulamak için çok özel bir fırsat elde ettiler.
Şimdi bu inancı biz görüyoruz. Bu inanç var. Niye var? Böyle bir inancın olmaması için aslında her türlü veri var elimizde. İster Türkiye tarihine, ister dünya tarihine, tek tek bakabiliriz. Böyle bir inancın olmaması için çok veri var.
Ama inandık. Niye inandık? Çünkü devrimci mücadeleye katılan kitleler olarak bakarsak, her nesil, her kuşak, her dönem aslında sıfırdan başlıyor. Her dönem mücadeleye katılanlar, hak arayışına girenler, daha önce hiç miting gösteri grev direniş yapmayanlar, bunları yapmaya giriştiklerinde işe yeni başlıyorlar. Ve yeniden başladıklarında da bütün dünyanın, bütün tarihin, bütün dünyadaki olayların gelişimini dikkate almadan, safça bir inanç besleyebiliyorlar.
Filistin örneği
Dünyadan da örnek verelim. Yine günümüzden başlayarak. En önemli olay, hepimizin canını acıtan bir olay olarak 7 Ekim 2023’ten sonra Filistin’de İsrail’in, İsrail sömürgecilerinin uyguladığı soykırıma tanık oluyoruz, katliama tanık oluyoruz. Şu ana kadar bütün dünyanın protesto etmesine -İsrail halkı dahil, İsrail’in ilericileri dahil- rağmen, Türkiye’de, Avrupa’da, Asya’da, Ortadoğuda, Afrika’da, Latin Amerika’da, bizzat Amerika’da, bizzat Amerikan üniversitelerinde çok yaygın protestolar yapılmasına rağmen sonucuna bakıldığında ne var? 41 bin ölü var, şu ana kadar resmî ölü sayısı. 95 bin yaralı var ve herkesin gözü önünde öldürülüyor insanlar.
Gazze’de aylarca ateşkes ilan edilecek dendi. Ateşkes, ateşkes, ateşkes. Amerika dedi ki, “ben ateşkesin garantörüyüm.” Biden, “Netanyahu’yla konuştum, hatta bu plan, öne sürdüğüm plan onun planıdır” dedi. Ve Güvenlik Konseyinden karar çıkardı. Ateşkes yapılacak, dedi. Ateşkes mutlaka yapılacak denirken ateşkes falan olmadı. Ateşkes olmadığı gibi, ölümler devam ettiği gibi, İsrail Şeria’ya da yöneldi. Gazze’nin ardından Şeria bölgesine saldırdı. Televizyonlarda görmüşsünüzdür. Cenin şehri, oradaki şehirlerden biri. Şehir ama yaşamın eskiden beri ancak mülteci yaşamı şeklinde sürdürülebildiği bir yer. İsrail oraya kepçeleri, buldozerleri, büyük iş makinelerini gönderdi. Bütün yolları tarumar etti, kazdı. Su sistemini, elektrik sistemini yok etti. Şehri adeta taş çağına döndürdü. Uygarlık hak getire.
Bu sırada Hamas’ın, İslami Direniş Hareketinin lideri İsmail Heniye ateşkes görüşmelerini yürütüyordu. Bu örnekte de Temmuz ayı çok kritik bir rol oynadı. İsmail Heniye Temmuz ayının sonunda İran’da suikasta uğradı. Ateşkes isterken, ateşkes görüşmelerini yaparken öldürüldü. Öldürüldüğü yer de neresiydi? İran’dı. İran’da ne vardı peki? İran’da yeni bir cumhurbaşkanı seçilmişti. Onun yemin töreni yapılıyordu. İsmail Heniye de törene katılmıştı.
İran’da olan şey neydi? Biliyorsunuz, İran 45 yıldır Amerika’nın ve Avrupa’nın ambargosu altında olan bir ülke. Ekonomik olarak çok zorlanıyor, çok sıkıntıları var. Onlar bir karar verdiler. Bu kararı beğeniriz, beğenmeyiz ayrı. Beğenmiyoruz ama dediler ki, Batıyla uzlaşıcı bir ismi cumhurbaşkanı yapalım. O uzlaşsın, bu uzlaşma sonucunda belki daha iyi bir yere gelebiliriz. O gün işte bu Batıyla uzlaşma yanlısı cumhurbaşkanının, Mesud Pezeşkiyan’ın yemin töreninin yapıldığı gün, İran’da İsmail Heniye’ye suikast düzenlendi ve İran’a da çok ağır bir ders verilmiş oldu.
Yani egemenler, “sen ateşkes desen, sen uzlaşmak istesen bile biz uzlaşmayız” dediler.
Emperyalizmin mantığı
Niye uzlaşmıyorlar? Çünkü emperyalizmin kendine göre bir mantığı var, geleneği var, hedefleri var. Mantığını işletmek, geleneğini sürdürmek, hedeflerine ulaşmak istiyor. Bu mantığın, geleneğin, hedeflerin temelinde kapitalizm var. Sömürü var. Sömürücülüğün gereği, kârları arttırma gereği, bütün dünyada egemenliği elinde tutma, hâkimiyeti elinde tutma kaygısıyla emperyalizm her tarafa savaş açabilir, her tarafı yok edebilir.
Dolayısıyla, hem Filistin hareketinin hem İran’ın Amerika ile uzlaşma, ateşkese varma, bir nefes aralığı alma çabası vahşi şekilde bastırılmış oldu.
Tarihe bakalım. Egemenlerin sicilleri için. Çok eski dönemlere gitmeyelim. İnsanlığın ilk çağlarından beri yapılanlara, halklara reva görülenlere gitmeyelim ama Amerika’ya bakalım isterseniz. Biliyorsunuz, Amerikan yerlilerinin, günlük dilde Kızılderili diye adlandırılan halkın yaşadığı bir yerdi Amerika. Hollywood filmlerinden aşinasınızdır Kızılderili halka. O dönemde Avrupalılar 1492-1500 yıllarında Amerika’ya gittiler ve oraları sömürgeleştirdiler. Büyük keşif, yeni kıtanın keşfi diye adlandırılan olay. Hâlbuki orada insanlar yaşıyordu.
O tarihlerde, 1500’lü yıllarda bugünkü Amerika Birleşik Devletleri topraklarındaki nüfus için çok çeşitli rakamlar veriliyor. 6 milyon diyen var, 10 milyon diyen var, 12 milyon diyen var, 18 milyon diyen var, 32 milyon diyen var. 32 milyon son dönemde yapılan en kapsamlı araştırmalarda doğru kabul ediliyor. Ama biz en yüksek veya ortalama sayıyı değil de, en düşük sayıyı kabul edelim. 6 milyon Kızılderili varmış diyelim sömürgeciler oraya gittiğinde. Amerika kıtasının bütününe İspanyol sömürgeciler, Hollandalı sömürgeciler, İngiliz sömürgeciler, Fransız sömürgeciler, Portekizli sömürgeciler üşüştüler. Kuzey Amerika özellikle İngilizlerin ve Fransızların elinde kaldı.
O dönemde, 1500’lerde, en düşük sayıyla 6 milyon olarak kabul edelim Kızılderili halkın nüfusunu. Sizce ne kadar olabilir bugün? Şu an Amerika Birleşik Devletlerinin toplam nüfusu 345 milyon. Yani yerli nüfusu 32 milyon değil, 18 milyon değil, 12 milyon değil, 10 milyon değil, 6 milyonla bile başlasa, bu kadar yüzyıl içinde, özellikle yirminci yüzyılda dünya nüfusunun çok büyük artış gösterdiğini, nüfus patlaması yaşandığını dikkate alırsak, yerli nüfusunun kat kat artmış olması gerekirdi. Oysa bugün sadece 6 milyon 790 bin yerli var. Nüfus yerinde saymış. Çünkü yerliler düpedüz yok edildiler. Şimdi genellikle sefalet içinde yaşayan, bir kısmı hastalıklarla, uyuşturucu meseleleriyle boğuşan Kızılderililer var. Yok edilmiş, soykırıma uğratılmış bir halk.
Başka örneklere bakarsak. İspanyolların Meksika’da yaptığı katliamlar, Belçikalıların Kongo’da, Fransızların Vietnam’da ve Cezayir’de yaptığı katliamlar, Hitler Almanyasının 2. Dünya Savaşı boyunca Avrupa’da ve özellikle Sovyetler Birliği topraklarında, yani başta Rusya, Ukrayna ve Belarus olmak üzere bütün Sovyet topraklarında yaptığı katliamlar, Avrupa’nın içinde yaptığı katliamlar, Hollanda’nın Endonezya’da, Amerika’nın Vietnam’da, Japonların özellikle Kore’de ve Çin’de yaptıkları… Yakın döneme gelirsek. Irak’ta milyonlarca kişinin öldüğünü biliyoruz. Vietnam’da 2 milyon kişinin öldüğü ortaya çıktı. Suriye’de yapılanlar, Irak’ta yapılanlar, Libya’da yapılanlar… Japonya’ya atom bombası atıldı. Sovyet orduları Japon ordularını çaresiz bırakmışken ve Japonya teslime hazırken 6 ve 9 Ağustos 1945’te Amerika atom bombası kullandı, biliyorsunuz. Yüz binlerce insan öldü. Bir gecede yok edildi. Bu soykırım geleneği açısından bakıldığında İkinci Dünya Savaşında en fazla Sovyet halkları kayba uğradı, 30 milyon insanı can verdi, yaralandı, kayboldu.
Bütün bunları değerlendirdiğimizde aslında nasıl vahşi bir geleneğin söz konusu olduğunu, baştakilerin aslında hiçbir sınır tanımadıklarını, kendi egemenlikleri için her şeyi göze aldıklarını görüyoruz.
Daha yakın dönemlere bakalım, illa katliamlardan örnek olmasın. Rusya’nın 300 milyar dolarına el koydu Amerika ve Avrupa Birliği. İran’ın 200 milyar dolarına, özellikle Amerika ve yine Avrupa çok daha önceden el koymuştu. Venezuela’nın 6 milyar dolar değerinde altını vardı. İngiltere’deydi. İngiltere Merkez Bankasına emanet edilmişti. El koydu İngiltere. Hiçbir kanun yok. El koydular. Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu beğenmedikleri için.
Türkiye’ye gelelim. Türkiye’de de ne var? Türkiye, F-35 ortağıydı. F-35 almak üzere 1,5 milyar dolar para ödemişti. Ama siz Rusya’dan S-400 aldınız, buradaki paranıza el koyarız dediler ve paranın hesabı bile sorulmuyor. Hiç, gitti, el koydu Amerika. Bir de programdan çıkarıldı Türkiye.
Yine yakın dönemde Venezuela’da seçim oldu. Çok uzun yıllar boyunca Amerika ve Avrupa, seçilmiş meşru Devlet Başkanı Maduro’yu değil, bir işbirlikçiyi devlet başkanı olarak tanımışlardı. Sonra işbirlikçiyi tanımaktan vazgeçtiler. Şimdi yeni seçimde, birinci turda çok açık farkla yine Maduro’nun kazandığı seçimin sonucunu kabul etmediler. Ve tekrar harekete geçtiler. İnanılmaz bir hukuksuzlukla, “kelle avcılığı”nı hortlattılar, Maduro’nun başına milyonlarca dolar ödül koydular. Venezuela Cumhurbaşkanlığı uçağını da gasbettiler.
Bunlara baktığımızda neyi görüyoruz? Egemenler aslında mafya gibi davranabiliyor. Cani gibi, katil gibi, katliamcı gibi davranabiliyor. Sahtekârlık yapıyor. Yalan söylüyor. Soygunculuk yapıyor. Hepsi var. Ama yine de toplumlarda safça inanç görülebiliyor. Geniş kitlelerde ilk mücadeleye atıldıklarında böyle bir inanç olabiliyor.
Bir de, egemenleri güzel göstermeye çalışan, onların aslında çok demokrat olduğunu, halka, halkın iradesine çok saygılı olduğunu iddia edenler var. Onları ayrı bir tarafa koyuyoruz.
Teori, örgüt ve mücadele birliği olarak parti
Peki çare ne? Bu safça inanma, safça güvenme hastalığı hem Türkiye’de hem bölgede hem dünyada varsa, bunun çaresi ne? Bunun çaresi aslında parti. 104 yıl önce Türkiye Komünist Partisini kuranlara buradan selam olsun. Onlar bu çareyi buldular. Bütün dünyadaki çare de bu.
Bilimsel bir teoriye ihtiyacımız var, bilimsel bir öğretiye, bilimsel bir düşünceye ihtiyacımız var, örgüte ihtiyacımız var, kadroların birliğine ihtiyacımız var ve mücadeleye ihtiyacımız var. Bilimsel teori, örgüt ve mücadele bir araya geldiğinde bu yapı hafızayı korur. Türkiye’de ve dünyada neler olduğunu, tarihte neler yaşandığını, sınıf mücadelesinin gerçeklerini hatırlar. Hafızamızı koruduğumuzda, sınıf mücadelesinin gerçeklerini hatırladığımızda ne olur? Bu gerçekleri döne döne anlatırız. Daha doğru karar verir, daha düzgün mücadele ederiz.
Öyleyse doğrudan doğruya tarihi bilen, günü bilen, tarihle bugünü birleştiren, hafızayı koruyan, mücadeleden dersler çıkaran, mücadelenin bütün hikâyesini değerlendirebilen, analiz yapabilen, değerlendirme yapabilen bir güç olarak partiye ihtiyacımız var. Parti olursa eğer, bu mücadele olur. Parti olursa, bu mücadele verimli olur. Ve yeni dönemin özelliği, bence budur. Tekrar partinin, tekrar bilimsel düşüncenin, tekrar devrimci mücadelede kadrolarla işçi sınıfının, partiyle emekçi kitlelerin birleşmesinin dönemi geliyor. Yoksa zaten yok olacağız.
Sorumluluğumuz
Böyle bir partinin üyeleri olarak bizlere düşen büyük bir sorumluluk da var. Nedir bu sorumluluk? Aslında sınıf mücadelesi bizim dışımızda objektif bir olgu. Biz istesek de istemesek de olur. Sermaye varsa, emeği sömürüyorsa burada bir mücadele olur. Bunun için bize ihtiyaç yok. Bu objektif bir şey. İşçiler, emekçi kitleler de, sömürü varsa, zulüm varsa mücadele ederler. Ama mücadelenin bütün çetelesini tutmak, bütün tarihini biriktirmek, bütün derslerini çıkarmak işte partiye düşüyor. O sorumlulukla hareket etmemiz gerekiyor. Emperyalizm, kapitalizm, feodalizm, sömürgecilik, faşizm, neoliberalizm… Hepsi bugün bir nesnel gerçeklikse, bunlara karşı mücadelede bize görev düşüyor.
Yaşananların ayrıntılarına şimdi girmeyeceğim. Ama özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasından ve bütün dünyada kapitalizmin toplu saldırısından sonra biz çok mevzi kaybettik. Çok haklarımızı yitirdik. Bunu biliyoruz. Hepimiz kendi yaşamımızdan da biliyoruz. Eski dönemde emekli olanlarla şu dönemde emekli olmaya kalkanların durumunu herkes karşılaştırabilir.
Dolayısıyla, bizim sorumluluğumuz büyük. Başka insanlarla, işçilerle, emekçilerle, emeklilerle bir olmak için bir saat daha fazla vakit ayırmak. Mücadelenin sürmesi için bir lira daha çok katkı vermek. Bir mitinge, bir yürüyüşe katılmayı, bir kitap okumayı, bir yazı yazmayı, bir türkü söylemeyi, bir türkü için hazırlık yapmayı, fabrikaya gitmeyi, direnişçilerle bir olmayı, sokaklara, alanlara çıkmayı bizim yapabilmemiz gerekiyor. Bunu yapmazsak eğer, çok şeyi yitireceğiz. Bu sorumluluk bizde çünkü.
Sınır yok
İşte burada yazıldığı gibi, egemenler biz durdurmazsak durmayacaklar. Zamanında, “Kapitalizmin saldırısı öyle boyutlara ulaşır ki bizim mezar taşlarımızı bile bırakmazlar. Mezar taşlarımızı yok ederler, yok etmediklerini de sahiplenirler, başka bir hikâye uydururlar onlar için” demişti bilgelerimiz. Bu aklımızda olsun. Egemenlerin sınırı, haddi hududu yok. Bunu zaten onlar kendileri ifade ediyor.
Amerika saldırganlığını sürdürmek için her şeyi yapabiliyor, değil mi? Örnek vereyim, o saldırganlığının bir parçası olarak şimdi Ukrayna ile Rusya arasında NATO’nun önderlik ettiği bir savaş var. Bu savaşta Kursk bölgesinin bir bölümü Ukrayna’nın eline geçti. O olaydan önce olanlara bakalım şimdi.
Rusya Savunma Bakanı Belousov, Amerikan Savunma Bakanına, daha doğrusu Savaş Bakanına telefon ediyor ve diyor ki “Bizim istihbaratçılar haber aldı, Kursk bölgesinde bir nükleer santral var, oraya Ukrayna bir saldırı hazırlıyormuş. Sizin haberiniz var mı?” O da, “Yok, bizim haberimiz yok. Biz öyle delice bir şey yapar mıyız?” falan diyor. Yine de Rusya bu istihbaratı aldığı için o bölgeyi mayınlıyor. Ama sonra ne gördük? Hepimiz yaşadık. 6 Ağustosta saldırıya geçtiler ve o bölgeyi aldılar. Bölgede yaşayan 300 bin kişi orayı terk etmek zorunda kaldı.
Bu plan tuttu mu derseniz, tutmadı. Niye? Çünkü Ukrayna savaşta çok zor durumda zaten. Amerikalıların akıllarıyla plan yaptılar. Onların planı neymiş? Biz oraya saldırırsak orayı kurtarmak üzere Rus askerleri eski Ukrayna topraklarından çekilir, oraya giderler, biz de rahatlarız, diye plan yapmışlar. Hayır, öyle olmadı. Rusya Ordusu belli bir arazi kaybından sonra onları durdurdu. Bekliyorlar. Sonra orayı da alacağız diyorlar ama diğer tarafta, çok daha hızlı ilerliyorlar.
Planlar ayrı, ama egemenler nükleer santrale saldırı düzenlemeyi göze alıyorlar. Bunu yapabiliyorlar. Hiçbir sınır tanımadıkları besbelli.
Yine Türkiye’ye gelirsek. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası şu an enflasyon programını açıklıyor. Değerlendirme yapıyor. Diyor ki, kitlelerin, Türkiye’de hane halkının, teknik adı öyle, “zorunlu olmayan harcamalar”ı düştü. Bu büyük bir başarı, diyor. Zorunlu olmayan harcamalar arasında ne var? Eğitim var, kültür harcamaları var, dinlenme ve eğlenme var, konut var. Ve daha değişik bir sürü şey var. Ama konut dahil. Yani konutu bile zorunlu saymıyorlar. Hadi giyinirken şöyle giyindik, böyle giyindik diyelim. Ama barınma olmasa ne yapacak insanlar? Sokakta mı yatacağız? Ona da diyorlar ki zaten Türkiye’de hane halklarının yarısının kendi evi varmış. Öbür yarısının yokmuş. Dolayısıyla, yani, o da zorunlu olmayabilir.
“Zorunlu harcamaları da görece olarak yatay hâle getirdik. Oradaki artışları önledik. Belli bir seviyede gidiyor. Bu da büyük bir başarı” diyorlar. Zorunlu harcamalar dediklerini de açık yazmışlar zaten. Gıda, yemek, ulaştırma ve sağlık. Merkez Bankası bütün bunları zorunlu sayıyor. Bu masraflarda yataylığı sağladık, diyorlar.
Bu ne anlama geliyor? Yani insanlar gıdalarından, yiyeceklerinden, ulaştırma masraflarından kısıyor. Ulaştırma masraflarından nasıl kısılabilir? Herhâlde toplu taşımaya daha az binerek. “Tabanvay” ile giderek. Nasıl kısılır sağlık harcamasından? İlaç almayarak, doktora gitmeyerek.
Yani sınır yok, her bir şeyi yapabilirler. Çocuklarımızın aç kalmasına, çocuklarımızın kötü beslenmesine, sokakta kalmamıza, eğitim ve kültürden tamamıyla vazgeçmemize, hiç dinlenememize onlar razı.
Başka örnekler de var. Sokak hayvanları için bir kanun çıkarıldı biliyorsunuz. Kedilere, köpeklere karşı. Onların canı alınacak. Yahu niye, derdiniz nedir kardeşim? Tamam, belli sorunlar var bu konuda. Onları engellersiniz ama bu canları nasıl yok edersiniz? Tabii, bunu CHP belediyelerini de zayıflatmak için, halk arasında bölünme yaratmak için de kullanıyor. Ama sokak hayvanlarının canına bile kastedebilecek bir yapı var.
Başka bir örneği Afganistan’dan vereyim, nereye kadar gidebilirler diye. Afganistan’da Taliban başta. Yeni bir karar aldı. Kadınların eğitimini kısıtlayan, kadınların yüzünün dışarıda asla görünmemesini emreden kanunlar dışında yeni bir emir çıkardı. Kadınlar sokakta yürürken yanlarındaki kendi aile fertleri ya da beraber yürüdükleri kimse, zaten aile fertlerinin dışında biriyle yürümeleri de yasak, sesleri sadece onların duyabileceği kadar olacak. Yani kadın yüksek sesle konuşamaz. Yüksek sesle konuşmayı, kahkaha atmayı, gülmeyi yasaklıyorlar. Bunu Türkiye’den de hatırlarsınız. Hamile kadın nasıl kahkaha atar diye fetvalar verenler çıkmıştı, biliyorsunuz.
Yok olmaya razı değilsek
Bütün bunlara baktığımızda, özet ne? Biz durdurmazsak hakikaten durmayacaklar. Durmayacaklarsa ne yapacağız? Yok olmaya razı değilsek, kendi varlığımızdan vazgeçmediysek, köleliği ve kölelik şartlarının gittikçe kötüleşmesini kabul etmiyorsak, bizim fabrikalarda olmamız lazım, meydanlarda olmamız lazım, tarlalarda olmamız lazım, okullarda olmamız lazım, hastanelerde olmamız lazım, dairelerde olmamız lazım, çalışılan üretilen hizmet sağlanan her yerde olmamız lazım. Ya biz bunu yaparız ya da yok oluruz. Hem Türkiye hem dünya için bunu söyleyebiliriz.
Dolayısıyla, önümüzdeki döneme baktığımızda gidişat böyle. Şu an henüz daha ayak seslerini duyuyoruz ama yeni bir döneme giriyoruz. Büyük atılımlar dönemine giriyoruz. Büyük çalkantılar olabilir. Gezi Direnişinin küçük kalacağı büyük direnişler çıkabilir. Bunlar objektif olarak çıkabilir. Ama biz bunlar çıkana kadar belli bir hazırlık yapmamışsak, insanlarla bir arada değilsek, kendi olanaklarımızı geliştirmemişsek, halkla bağımızı daha öteye götürmemişsek, kardeşleşmemişsek, birleşmemişsek yok olmaya mahkûmuz. Çünkü egemenler, kapitalistler, yöneticiler sınıf mücadelesini ciddiye alıyor. Ciddiye alıyor ve ona göre hareket ediyor. Bizim de ciddiye almamız gerekiyor ve ciddiye alacağız.
Zamanında ciddiye aldık. Daha önce Partinin güçlü olduğu, bilimsel sosyalizmin çok daha güçlü olduğu koşullarda kitlelerle beraber hareket ettik ve birçok hak sağladık. Sonra bunların hepsi birer birer elimizden alındı. Bizim tekrar hamle yapmamıza gerek var ve bu hamleyi yapacağız. Sınıf yapacak, kitleler yapacak. İşçi sınıfı, çiftçiler, emekçiler ve emekliler.
Emekliler bence harikalar yarattı. Yüz yirmi bin insan bu kadar zor koşullarda Ankara’da bir araya gelebildi. Bu direnç büyük umutlar yaratıyor. Emekli dendiğinde, bir kenara çekilmiş insan sanılır. Hayır, öyle değil. Emekliler çok büyük bir mücadele enerjisine sahip olduklarını kanıtladılar.

Örgütsüzlüğe hayır
Önümüzdeki dönemde işçi sınıfının partileri öne çıkacak. İşçi sınıfıyla, kitlelerle birleşecek. Emekçiler, gençlik, kadınlar, bütün ilerici yurttaşlar olarak hep birlikte harekete geçeceğiz.
Ufkumuzu genişletmek zorundayız. Devrimlere hazır olalım. Örgütsüzlüğe hayır dememiz lazım. Örgütsüzlük emperyalizme ve uşaklarına, sermaye sahiplerine, kapitalistlere en büyük iyilik olur. Örgütsüz duramayız. Örgütsüz duran kendi hayatının ya da kendi çoluğunun çocuğunun, torununun, akrabasının, çevresinin hayatının karıştığını görecek. Gücümüzü her yerde, toplumun her alanında arttırmalıyız. Örgütsüzlüğe hayır demeliyiz, uzlaşmacılığa da hayır demeliyiz. “Egemenlerle uzlaşırım. Ben Amerika’yla iyi geçinirim. Amerika’yla beraber hareket ederim. NATO’dan asla vazgeçmem. Avrupa Birliği bizi 50 yıldır, 60 yıldır kapısında bekletiyor. Daha da beklemeye devam ederim. Onlarla ne pahasına olursa olsun anlaşırım” diyenlere hayır dememiz lazım. Türkiye’nin birliğinin, bütünlüğünün ortadan kaldırılmasına, Türkiye’nin tamamıyla köle edilmesine, komşularımıza karşı köle asker olarak kullanılmasına razı değilsek bunu değiştirmemiz lazım. Ve değişecek bütün bunlar.
Yeniden bilimsel sosyalizm
Bütün dünya halkları hareketli. Sadece Türkiye değil. Türkiye halkı, Filistin halkı, Suriye halkı, Irak ve Lübnan halkları, Afrika halkları, Latin Amerika halkları, Avrupa ve Kuzey Amerika halkları, Avustralya halkları… Bütün dünya hareketleniyor. Bütün dünyada bilimsel sosyalizmin tekrar öne çıktığını göreceğiz. Bunun için çalışacağız. Şu anda birçok direniş var. Çiftçi direnişleri, işçi direnişleri var. Gençlik sorunlarla boğuşuyor. Her tarafta bir hareketlenme ortaya çıkacak.
Hiç akla gelmezdi ama oldu. İktidar açıklamaya cesaret edemedi, gizlemeye çalıştı ama ortaya çıktı. Türkiye BRiCS’e başvurdu. Resmen başvurmuşlar. Bir başka çıkış arama ihtiyacı kendini dayatıyor.
Çok uzun yıllardır dini kendi kapitalist amaçları için, kendi feodal amaçları için kullananların toplumumuzdaki ilerici yurtsever damarları kesmek üzere neler yaptığını biliyoruz. Ama işte geçen ayın sonunda “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen teğmenleri gördük. Başta yarısı filan dediler ama 960 teğmenin neredeyse hepsi “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” dedi. Onların sözcüleri dedi ki, “Biz kendimizin Ortaçağ hayranı, tarikatların kölesi insanlar olmadığımızı göstermek istedik. O yüzden bu sloganı attık, Cumhuriyete sahip çıkıyoruz.”
Vatan Cumhuriyet Emek savunucuları artıyor. Artıyor ama bu bize daha fazla görevler yüklüyor. Yok olmak istemiyorsak, sınıf olarak yok olmak istemiyorsak, birey olarak yok olmak istemiyorsak, toplum olarak yok olmak istemiyorsak, biz direneceğiz, mücadele edeceğiz.
Biz durdurmazsak durmayacaklar. Onları biz durduracağız. Evet, haydi, onları ancak biz durdurabiliriz. Emin olun, bunu başarabiliriz. Başaracağız.
YENİ SEVR DAYATMASI
İktidar blokunun Devlet Bahçeli’nin ağzından dile getirdiği sözde “yeni çözüm planı”, ne kadar parlak vaatlerle gizlenirse gizlensin, Türkiye’yi yönetenlerin emperyalizmin dayatmalarına baş eğmesi, Türkiye Cumhuriyetinin birliğini ve bütünlüğünü savunmaktan vazgeçmesi anlamına geliyor. “Yerli ve millî” olmayı siyaset markası olarak kullananlar, maalesef sırf iktidarlarını sürdürmek amacıyla emperyalizmin yeni Sevr planını kabul ediyorlar.
Bu planın barışla hiçbir ilgisi yoktur.
Bu planın Türkiye halkının birliği ve dirliği ile hiçbir ilgisi yoktur.
Bu planın eşitlik özgürlük ve kardeşlikle hiçbir ilgisi yoktur.
Bu plan gericiliği ve bölücüğü birleştirme, Türkiye halkını etnik temelde düşmanlaştırma planıdır.
Bu plan vatanı bölme, cumhuriyeti yıkma, emeği köleleştirme planıdır.
Bu plan kardeşi kardeşe vurdurma planıdır.
Bu plan bölge halklarını birbirine düşürme, her birine kâbus yaşatma planıdır.
Bu plan, bölge halklarını ABD, Avrupa ve İsrail yönetimlerinin dilsiz kölelerine çevirme planıdır.
Bu plan devrimi boğma, karşıdevrimi tamamlama planıdır.
Türkiye halkı yeni Sevr planını asla kabul etmeyecektir. Türkiye işçi sınıfı, şehir ve köy emekçileri, aydınlar, yurtsever partiler, sendikalar, kooperatifler, dernekler, birlikler, bütün sade vatandaşlar bu planı yırtıp atacaktır. Türkiye Cumhuriyetinin sade vatandaşları, siyasal görüşlerinden, inançlarından, etnik kökenlerinden bağımsız olarak Türkiye Cumhuriyetini birlikte koruyacaktır. Bölge halkları emperyalizmin ve uşaklarının saldırısına birlikte karşı koymayı becerecektir. Kendini vatanın cumhuriyetin emeğin halkın ulusun devrimin anayasanın kanunların üstünde sanan istibdat yönetimi ateşle oynamaktan derhâl vazgeçmelidir.
23 Ekim 2024
TÜRKİYE HALKINI YILDIRAMAZSINIZ
Türkiye’nin en önemli askerî üretim kurumlarından TUSAŞ’ın Ankara’nın Kazan ilçesinde bulunan tesislerine dün (23 Ekim 2024) öğleden sonra düzenlenen kontrgerilla saldırısında beş yurttaşımız şehit oldu, yirmi iki yurttaşımız yaralandı.
Bütün kontrgerilla saldırıları gibi bu saldırının arkasında da Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçileri var. Emperyalist savaş bloku, onun vurucu gücü NATO ve uzantıları terör saldırılarıyla Türkiye halkını dize getirebileceklerini sanıyorlar. Yanıldıklarını anlayacaklar.
Amaç
Bizzat Erdoğan başkanlığındaki Türkiye heyetinin Rusya’nın Kazan kentinde düzenlenen BRİCS zirvesinde Putin başkanlığındaki Rusya heyeti ile görüştüğü saatlerde yapılan terör saldırısı Türkiye’yi bağımsız savunma sanayi çabalarından uzaklaştırma, kendine özgü denge politikasından vazgeçirme amacını taşıyor. İktidar blokunun bencil hesaplarla emperyalizmin yeni Sevr dayatmasına baş eğme eğilimine girdiği koşullarda düzenlenen bu kanlı saldırı, emperyalizme elini verenin kolunu kurtaramayacağını, emperyalizmin tam teslimiyetten aşağısına razı olmayacağını bir kez daha gösteriyor. Emperyalizmin suyuna gitme politikası fayda etmez. Ya bağımsızlık ve egemenlik, ya onursuzca teslimiyet ve yok oluş!
Yeni atılım
Ulusal kurtuluş ve Cumhuriyet devriminin geleneğini en zor koşullarda bile sürdüren Türkiye halkı emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadeleden asla vazgeçmeyecektir. Vekil, asılın iradesini yerine getirmekle yükümlüdür. Devlet yöneticilerine düşen görev, Türkiye halkının iradesine saygı göstermek, bütün icraatlarını o doğrultuda yapmaktır. Rüzgâr eken fırtına biçer. Emperyalizmin ve uşaklarının TUSAŞ’a yönelik kanlı saldırısı, amacının tam tersini doğuracak, Türkiye’de yeni bir silkinişe, güçlü bir toplumsal ve ulusal atılıma yol açacaktır.
24 Ekim 2024
CUMHURİYET DEVRİMİ 101 YAŞINDA
Türkiye halkı, emperyalist işgale karşı ulusal kurtuluş savaşımızın zafere ulaşmasının ardından 101 yıl önce Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyetini sevinç ve gururla kutluyor. Cumhuriyet devrimi bütün yurttaşlarımıza kutlu olsun.
Türkiye işçi sınıfı, şehir ve köy emekçileri, yurtsever aydınlar bu yıl dönümünde de Cumhuriyetimizde simgelenen bağımsızlığı, egemenliği, laikliği, ulusal birliği, işçi haklarını, kadın haklarını savunuyor ve ilerletmek için çalışıyorlar. Yarı feodal, yarı kapitalist istibdadın gasbettiği iktidarı halka devretmek bilinciyle emperyalizme ve işbirlikçi kapitalist oligarşiye karşı mücadele ediyorlar.

Bütünsel saldırı
Yoksullardan alıp zenginlere veren, emekçilere ve emeklilere karşı vahşice ekonomik soykırım uygulayan istibdat yönetimi, sırf başta kalmak için anayasa değişikliğine destek karşılığında ulusal birlik ve bütünlüğümüzü bile pazarlık konusu yapıyor. Emperyalizmin vurucu gücüne dönüşmüş terör çeteleriyle sözüm ona “çözüm süreci”nin Türkiye halkına yarattığı kâbustan hiç ders çıkarmadan elini tekrar emperyalizme ve terör çetelerine uzatıyor.
Terör çetelerinin hamiliğini üstlenerek ülke sınırlarını genişletme hayaline maalesef tekrar kapılanlar, Türkiye halkına ve bölge halklarına kurulan büyük tuzağın figüranı olmaktan öteye gidemezler. Sözüm ona “Büyük Türkiye içinde özerk Kürdistan” başlığı altında sinsice pazarlanan bu plan, Türkiye’yi çözecek ve küçültecek bir plandır. Patenti Amerikan emperyalizmine ve İsrail sömürgeciliğine aittir.
Bölge gerçekliğine tamamen ters düşen, Türk Kürt Arap ve Fars halkları arasında yüz yıl savaşını başlatması kaçınılmaz olan, Türkiye Suriye Irak ve İran’ı birlikte çökertecek olan bu planın figüranı olmayı kabul edenler, tarihe emperyalizmin ayartısına kapılan bilinçsiz zavallılar olarak geçerler. Emperyalist oltanın ucundaki zokayı sakın yutmayın! Türk-Kürt kardeşliği gibi saygın bir örtünün altına gizlenmiş bu yıkıcı planı aklınızdan bile geçirmeyin!

Yalın gerçek
Emperyalizmin ve emrindeki çetelerin yalın gerçeği, gerçek planlarına uygun icraatı TUSAŞ’a yapılan kanlı terör saldırısıdır. Ders çıkarın. Amerika’nın ve İsrail’in figüranı olmayın. Ava giderken avlanmayın. Ateşle oynamayın. Türkiye halkına olan sorumluluğunuzun gereğini yerine getirin. Terörle mücadele edin.
Türkiye Cumhuriyetini savunun. Komşu ülkelerin toprağına göz dikmeyin. Türkiye halkı Cumhuriyet devriminin 101. yıl dönümünde emperyalizme ve istibdat yönetimine baş eğmeyecek, vatan cumhuriyet emek mücadelesini zafere ulaştırmak için örgütlü mücadelesini sürdürecektir.
29 Ekim 2024
OYUN İÇİNDE OYUN
Olay örgüsünü hatırlayalım. İktidar bloku “terörü bitirme ve Türk-Kürt kardeşliğini sağlama” görüntüsü altında tek kişi yönetimini süresiz olarak uzatacak bir anayasa değişikliği için Öcalan’ı Millet Meclisine Dem Parti grubunda konuşmaya davet etti. Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’te açıkladığı plana Erdoğan kefil oldu. Özgür Özel plana karşı çıkmayacaklarını, küçük rötuşlarla destekleyeceklerini söyledi. Öcalan, planı yerine getirmeye hazır olduğunu 23 Ekimde İmralı’da iktidarın izniyle görüştüğü yeğeni aracılığıyla bildirdi. Dem Parti üzerine düşeni yapacağını, önce iktidar blokunun Öcalan’a uygun ortamı sağlamasını beklediklerini belirtti.
Halkın tepkisi
MHP ve AKP üst yönetiminin hazırladığı, Dem Parti ve Öcalan’ın bütünüyle, CHP’nin kimi düzeltmelerle desteklediği plan, geniş kitlelerde şok etkisi yarattı. Türkiye halkı büyük tepki gösterdi. Planın açıklandığı günün ertesinde, 23 Ekimde TUSAŞ’a yönelik emperyalizm güdümlü terör saldırısı emperyalizm ve emrindeki terörün yalın gerçeğini gözler önüne serdi. Halkın tepkileri daha da boyutlandı. 29 Ekimde Cumhuriyetin 101. yılı kutlamaları plana tepkilerin ülkenin her köşesine yayıldığını ortaya koydu.
Tornistan
Cumhuriyeti, ulusal birliğini ve bütünlüğünü savunan geniş halk kitlelerinin tepkisiyle köşeye sıkışan iktidar bloku, İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt’un CHP’li Belediye Başkanı Ahmet Özer’i 30 Ekim sabahı gözaltına aldı ve alelacele tutukladı. Seçmen iradesine saygı gereği, seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları ile yerel yönetim organlarına seçilmiş üyelerin tutuklu yargılanmaması ilkesini bir kez daha çiğnedi. Gerekçe ise, Ahmet Özer’in adının, on yıl önce “çözüm süreci”nde Öcalan’ın HDP heyetiyle üst düzey devlet görevlisinin gözetiminde yaptığı görüşmede “demokratik özerklik” projesinde yer alabilecek bir kişi olarak geçmiş olması!
Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet! AKP ve MHP üst yönetimleri kendilerini temize çıkarmak için terör işbirlikçiliği yaftasını yeniden CHP’ye yapıştırdılar. CHP, Öcalan’la, terör örgütüyle, HDP/Dem Partiyle işbirliği yapmanın tek suçlusu ilan edildi. Üstelik Erdoğan, sundukları planı desteklediği için Özgür Özel’e teşekkür ederken onun “terörsüz Türkiye için” Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in gözaltına alınmasını da desteklemesi gerektiğini iddia etti! Bu sabah (31 Ekim) da Ahmet Özer, İçişleri Bakanlığınca görevden alındı ve yerine İstanbul Vali Yardımcısı kayyum olarak atandı.
Halkın iradesi
Türkiye halkı, oligarşik menfaatler için her yolu ve yöntemi kullananları, ulusun birliğini ve bütünlüğünü hiçe sayanları, halkın iradesini pervasızca çiğneyenleri, bugün ak dediğine yarın kara diyenleri, iki yüzlülüğü faydalı alışkanlık sayıp ilkesizliği kural edinenleri asla affetmeyecektir. Bu asalakların ipiyle kuyuya inenleri de elinin tersiyle itecektir. Tarihin dersini hiç kimse unutmasın: Halk emperyalizm ve işbirlikçilerinin bütün oyunlarını bozar. Asıl, en kritik anda iradesine uymayan vekilleri azleder, kendi kaderini kendi eline alır, vatan cumhuriyet emek mücadelesini zafere götürür.
31 Ekim 2024
OYUNDA YENİ PERDE
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması, görevden alınması ve yerine kayyum atanmasının ardından, İçişleri Bakanlığı bu sabah (4 Kasım 2024) Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye Başkanı Gülistan Sönük’ü ve Halfeti Belediye Başkanı Mehmet Karayılan’ı görevden aldı ve yerlerine kayyum atadı.
İktidar blokunun başlattığı sözüm ona “yeni çözüm süreci”nde şu andaki durum bu. Parlak sözlerin, büyük vaatlerin ardından gelinen aşamada, taraflar kâbusa uyandı.
Öcalan ve Dem Partiyle keyfine göre anayasa yapmayı uman iktidar bloku, bu şansını şimdilik kaybetti. Taraftarlarının kafasını karıştırdı, kitle desteğini kaybetti. Özüyle sözünün bir olmadığı bir kez daha tescillendi.
İktidar ortağı olmayı uman Dem Parti elindeki belediyeleri kaybetti.
Siyasal sürecin muhatabı olmayı ve affedilmeyi uman Öcalan İmralı’da gün doldurmaya devam ediyor.
“Normalleşme”nin derinleşmesini uman ve “el yükselten” Özgür Özel, elindeki belediyeyi kaybetti. Taraftarlarının kafasını karıştırdı, kitle desteğini kaybetti. Partisinin içi darmadağın oldu.
“Terörün bitmesini” samimiyetle uman geniş halk kitleleri, TUSAŞ’a yönelik terör saldırısıyla karşılaştılar.
Siyasette söylem ve eylem birliği büsbütün ortadan kalktı. İktidar savruluyor, muhalefet savruluyor, oy desteği büyük partiler tabanlarından daha da kopuyor. Anomi ve kaos derinleşiyor.
Anomi ve kaosa kesinlikle son verecek, vatan cumhuriyet emek savunucusu, kökeni ve inancı ne olursa olsun Türkiye halkının ulusal birlik ve dirlik, insanca yaşama, laiklik ve demokrasi, özgürlük eşitlik kardeşlik, akıl bilim çağdaşlık özlemlerini bayrak edinen devrimci bir atılımın zorunluluğu adım adım berraklaşıyor. Emperyalizme, işbirlikçi kapitalist oligarşiye ve istibdada karşı birleşik mücadeleden başka çıkış yolu yok.
4 Kasım 2024
“ENFLASYONLA MÜCADELE”NİN GERÇEĞİ
Ekim 2024 fiyat göstergeleri bugün (4 Kasım 2024) açıklandı.
İstanbul Ticaret Odası İTO’nun İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi aylık yüzde 3,64, yıllık yüzde 59,10 artmış.
Enflasyon Araştırma Grubu ENAG’a göre, Türkiye tüketici fiyat göstergesi aylık yüzde 5,57, yıllık yüzde 89,77 yükselmiş.
Resmî Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK’e göre, Türkiye tüketici fiyat göstergesinde artış, aylık yüzde 2,88, yıllık yüzde 48,58 olmuş.

Devlet asgari ücret, memur ve emekli aylıklarını belirlerken TÜİK göstergelerini esas alıyor. TÜİK göstergelerine göre, Haziran 2023’te tüketici fiyatlarında yükseliş, yıllık yüzde 38,21 düzeyindeydi. Yine TÜİK’e göre, bugün tüketici fiyatlarındaki artış, yıllık yüzde 48,58 düzeyine çıkmış.
Bu bilgiyi paylaşmamızın nedeni, Erdoğan-AKP iktidarının işçi ve emekçi kitlelerini hızla yoksullaştırma harekâtını yürütürken “enflasyonla mücadele” bahanesini öne sürmesi.
Erdoğan, enflasyonla mücadele için Mehmet Şimşek’i 4 Haziran 2023’te Hazine ve Maliye Bakanı yaptı. Sözüm ona “rasyonel ekonomi”ye geçmek için enflasyonla kararlı mücadelenin şart olduğunu belirten Şimşek, bunun için emekçi halktan fedakârlık istedi. Faizleri arttırdı, genel ücret düzeyini hızla düşürdü, asgari ücreti kuşa çevirdi, emeklileri sefalete itti, vergi ve harçları yükseltti, esnafı perişan etti, güya talebi kısmak için ekonomiyi durma noktasına getirdi.
Az gittik uz gittik, 15 ay yol yürüdük. Bir de baktık ki, enflasyon, düşeceğine, Ekim 2024’te resmen 10 puan artmış!
Demek ki, Şimşek’in enflasyonla mücadele programı enflasyonu düşürme konusunda işe yaramamış ama yoksuldan alıp zengine vermeye yaramış. Yabancı ve yerli rantiyeye büyük kaynak aktarmaya yaramış. Türkiye’nin dışarıya faiz ödemesini güvenceye almaya yaramış. Halkı batırırken kapitalist müteahhitlerin, işbirlikçi holdinglerin, bankaların ve borsacıların servetine servet katmaya yaramış.
“Enflasyonla mücadele” programının gerçeği işte budur.
Bu programdan Mehmet Şimşek sorumludur. Bu programdan Mehmet Şimşek’i göreve getirenler sorumludur. Bu programdan, programın arkasında duran yabancı ve yerli kapitalist çevreler sorumludur. Bu programdan emperyalizm ve işbirlikçi kapitalist oligarşi sorumludur. Türkiye halkı, bu çevrelerin zincirleme sorumluluğu altında uğradığı büyük yıkımın hesabını soracaktır.
4 Kasım 2024
HAVUÇ VE SOPA
Dün (5 Kasım 2024) MHP Meclis grubunda konuşan Devlet Bahçeli, iktidar blokunun başlattığı sözüm ona “yeni çözüm süreci” ile Recep Tayyip Erdoğan’a cumhurbaşkanlığını istediği kadar sürdürme yolunu açacak anayasa değişikliğinin birbirine bağlı olduğunu itiraf etti ve bunun kendileri için tek seçenek olduğunu açıkladı.
Bahçeli, Öcalan’ın Meclise gelip “terörü bitirdiğini ve PKK’yı lağvettiğini” ilan etmesi durumunda affedilmesinde ısrarcı olduğunu belirtti. “Öcalan’ın Meclisteki 57 gölgesi” olarak tanımladığı Dem Parti grubunun Erdoğan’ı iktidarda tutma planını desteklemesi karşılığında, “Osmanlı İmparatorluğu yerel kültürleri ve etnik toplulukları bünyesinde nasıl bir arada tutup barış ve sükûnet ortamını tesis etmişse”, Türkiye Cumhuriyetinde de, “ecdadımızın ayak izleri takip edilerek aynısı yaşanabilecektir” dedi. Belediyelere atanan kayyumlar konusunda ise, “geçici olarak görevden uzaklaştırılan belediye başkanları, hukuki süreçlerin sonuçlanmasını sabırla beklemelidir” diye vurguladı.
Kısacası, Bahçeli, Öcalan’ı ve Dem Partiyi Cumhur İttifakına davet ediyor. Davetinde hem havuç hem sopa var. Havuç, Öcalan’ın serbest bırakılması, Dem’in iktidar blokuna katılması, AKP ve MHP’yle birlik olmasıdır. Sopa ise, belediyelere kayyum atanması, belediye başkanlarının hapse atılması veya her an tutuklanma tehdidi altında tutulmasıdır.
Yeni Osmanlı barışı
Bahçeli, “Milli hedefimiz, tıpkısının aynısıyla Osmanlı barışına benzer bir Türk barış kuşağının kale duvarları gibi etrafımıza çekilmesi, Türk coğrafyalarının ve insanlığın tam bir huzura kavuşmasıdır” sözleriyle, planın Türkiye’nin sınırlarını genişletme hayalini içerdiğini de saklamıyor.
Oysa, Amerikan emperyalizminin ısıtıp ısıtıp iktidar sahiplerinin önüne koyduğu “Büyük Türkiye içinde özerk Kürdistan” hayalinin aslında bölgede halkları birbirine kırdıracak tuzak olduğunu Türkiye halkı da bütün bölge halkları da iyi bilir.
Yüz yıl boyunca tek kişi yönetimi
Üstelik, Bahçeli, konuşmasında, “Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri” olarak tanımladığı cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine 4 Temmuz 2018’de geçildiğini hatırlatarak 4 Temmuz 2118 tarihinde “cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişin yüzüncü yılının kutlanacağını” daha şimdiden ilan ediyor!
Demek ki, Bahçeli’nin sözcülüğünü yaptığı “yeni anayasa yoluyla yeni çözüm süreci” planı, aslında Türkiye halkını havuç ve sopayla tek kişi yönetiminin ebedîleştirilmesine razı etmeyi amaçlıyor. Havuç, terörden kurtulma, yerel kültürleri ve etnik toplulukları birlikte yaşatma, sınırların genişlemesi, barış ve sükûn vaadidir. Sopa ise, terörün sürmesidir.
Tarihsel bilinç
Türkiye halkı, havuç ve sopa politikasındaki havucun boş vaatlerden ibaret olduğunu, sopanın ise uğursuz gerçek olduğunu tarihsel deneyimiyle hiç unutmaz.
Türkiye halkı, hangi partiye yakın olursa olsun, ülkenin birliğini ve bütünlüğünü, ulusal kurtuluş ve cumhuriyet devriminin bütün kazanımlarını savunmaya devam edecektir.
Vatan cumhuriyet emek şiarını benimsiyoruz. Özgürlük eşitlik kardeşlikten asla vazgeçmeyiz. Başkasının toprağında gözümüz yok. Emperyalizmin ayartmalarına kapılmayız. İktidar blokunun sahte çözüm oyununu da sahte anayasa girişimini de mutlaka boşa çıkaracağız.
6 Kasım 2024
ÖZELLEŞTİRME KAMU VARLIKLARININ YAĞMA EDİLMESİDİR
AKP iktidarı, Çayırhan Termik Santralini özelleştirmek istiyor. İşçiler 20 Kasım 2024’ten beri, beş gündür yer altında ve üstünde özelleştirmeye karşı direniyorlar.
AKP iktidarı özelleştirme yağmasında öncellerinin tamamını geçti, rekor kırdı. Çayırhan Termik Santrali bugüne kadar özelleştirilen Sümerbank, Türk Telekom, Tüpraş, Tedaş, Tekel, Petkim, Seka, Şeker fabrikaları, limanlar, otoyollar vb. düşünüldüğünde denizde damla gibidir.
İktidar geçmiş yıllarda, Cumhuriyetin göz bebeği kamu varlıklarını satarken daha rahat hareket edebiliyordu. Çünkü yandaş holdinglere aktarılanların küçük bir kısmı ve borç-faiz ekonomisiyle halka yalancı bahar yaşatıyor, tepkileri kısmen yumuşatabiliyordu.
İktidar yoksulluğun, adaletsizliğin bu kadar derinleştiği, vurgunculuğun sıradanlaştığı, emekçilerin sağlıklı beslenemez, ısınamaz ve barınamaz hâle geldiği bugünkü ortamda bile bu kadar pervasız davranabiliyor, özelleştirmeye devam etme cüretini gösteriyorsa, emek güçlerinin de artık birlikte davranabilme yeteneğini göstermesi zorunludur.
Zaman, ulusun/emekçi halkın kendi azim ve kararıyla kaderini eline alma zamanıdır.
Özelleştirilen kamu varlıklarını geri istiyoruz. Özelleştirilen kamu varlıkları yeniden devletleştirilmelidir.
Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesinden derhâl vazgeçilmelidir.
24 Kasım 2024
YİNE AMERİKA’NIN İPİYLE KUYUYA İNİYORLAR
Bir türlü iflah olmuyorlar. Bir türlü ders almıyorlar. Yine Amerika’nın ipine sarılıyorlar.
Yeni Osmanlı Büyük Türkiye rüyası gören dinci-şovenist çevreler, devleti ve orduyu oyuna getirerek Türkiye’yi yine Suriye’nin üzerine sürmeye çalışıyorlar.
İnanılmaz bir gafletle, Amerika’nın çok güçlü olduğunu, Rusya’nın çok zayıf düştüğünü, İran’ın zaten yıkılmakta olduğunu, Amerika’nın verdiği sınırsız destekle İsrail’in yolunu sonuna kadar açacağını ve Suriye’yi kesinlikle parçalayacağını, fırsattan istifade ön alıp Amerika’yla anlaşırsak Suriye’nin büyük bir parçasını Türkiye’ye katabileceğimizi, böylece terör belasından da kurtulacağımızı, bunlar yapılırsa AKP-MHP’nin iktidarda kalma meselesinin de çözülmüş olacağını savunuyorlar.
Bu politikayı test etmek için, şimdi de Suriye El Kaidesi Heyet Tahrir Şam güçlerini Suriye’nin üzerine salmayı, M4 ve M5 otoyolu ile Halep şehrini ele geçirmek üzere harekete geçirmeyi becerdiler. Amerika ve İsrail’in sevinçli bakışları altında Suriye devletinin ve ordusunun, Rusya’nın, İran’ın tepkisini ölçüyorlar.
Akılsız başlar
Ateşle oynamayın. On dört yıl önce Amerika’nın ipiyle Suriye’ye indiniz. Türkiye’de terör belasını azdırdınız, bölücü isyanın ve Amerikancı-gerici darbenin yolunu açtınız. Ekonomik krizi körüklediniz, toplumu tel tel çözdünüz. İndiğiniz kuyudan çıkmak için yıllarca uğraştınız. Şimdi tekrar fetih diyorsunuz, tekrar Halep diyorsunuz, tekrar Suriye diyorsunuz, tekrar eski topraklar diyorsunuz.
Daha da geç olmadan Amerika’nın azdırdığı ortaçağ rüyasından uyanın. Amerika büyürsünüz derken sizi küçültmenin planlarını sizin elinizle uygulamaya koyuyor. Yine aldanıyorsunuz.
Cumhuriyetin dış politikasına dönün. Toprağınızın her karışına sahip çıkın, fakat komşunuzun toprağına göz dikmeyin. Komşularınızla bir olun, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı birlikte direnin.
Bütün varsayımlarınız yanlış. Dostu düşmanı bilmiyorsunuz. Amerika’yı tanımıyorsunuz. Rusya’yı tanımıyorsunuz. Irak’ı tanımıyorsunuz. Suriye’yi tanımıyorsunuz. Yurtseverliğin gücünü, laik cumhuriyetlerin direncini, ulus devletlerin sağlamlığını, emekçi halk kitlelerinin direniş gücünü bilmiyorsunuz. Türkiye halkını da tanımıyor, ulusal kurtuluş savaşımızın ve cumhuriyetimizin devrimci geleneğini küçümsüyorsunuz.
Son pişmanlık fayda etmez. Amerikan gücüne tapınmaktan vazgeçin. Suriye’den toprak koparma hayalinden derhâl kurtulun. Türkiye halkının Vatan Cumhuriyet Emek davasına düşmanlıkta ısrar etmeyin.
Türkiye halkı akılsız başların cezasını bir kez daha çekmeyecektir.
28 Kasım 2024
HALEP RÜYASI
AKP döndü dolaştı, Suriye’de yine 2011 yılına döndü. Emperyalist savaş blokuyla aynı dalga boyuna tekrar gelmeyi “kaçırılmaz bir fırsat” olarak gördü. Astana anlaşmalarını, Moskova ve Soçi mutabakatlarını çiğneyerek Suriye El Kaidesi Heyet Tahrir Şam’ın dinci terör çetelerine yol verdi, bir çeteler koalisyonunun kurulmasına ebelik etti.
Haberlere göre, ortaçağ çetelerinin 27 Kasım 2024’te başlayan yıldırım saldırısında ağır kayıplar veren Suriye ordusu bugün (30 Kasım) Halep’ten çekilmek zorunda kaldı. Halep şehri ve İdlib kırsalı tekrar çetelerin işgali altına girdi.
Türkiye’de dinci-şovenist çevreler bayram ediyor, Halep’in “fethini” kutluyorlar. Halep’in artık “bizim” olduğunu sanıyorlar. Amerika’nın ve İsrail’in güdümünde hareket eden, son iki yıldır Ukrayna’nın donattığı ve eğittiği gerici-faşist çetelerin eliyle yürütülen saldırının meyvesini toplayacaklarına inanıyorlar. Tatlı rüyadan yine kâbusla uyanacaklarını hiç hesaba katmıyorlar.
Oysa 2011’de de maceralarına tatlı rüyayla başlamışlardı. Ama sonuçta hem Suriye halkına hem Türkiye halkına yıllarca büyük acılar yaşattılar. Üstelik, acılar hâlâ sürüyor. Dinci-şovenist çevrelerin yaşananlardan hiç ders almadıkları görülüyor.
Suriye halkı emperyalizmin kuklası dinci çetelerin çok daha kapsamlı ilk istilasına karşı sabırla direndi ve ülke topraklarının büyük kısmını kurtardı. Bu ikinci istilaya karşı da direnecek, hem Halep’i hem bütün topraklarını kurtaracaktır. Suriye’ye dayatılan istila savaşını Suriye ordusu kazanacaktır.
Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkı komşularının topraklarına göz dikmez, emperyalizme karşı direnir, ortaçağ çetelerine geçit vermez. Türkiye, emperyalist Amerika’nın ve sömürgeci İsrail’in yanında değil, Suriye’nin ve emperyalizme karşı direnen komşu halkların yanında yer alacaktır. Rusya’ya, Irak’a, İran’a, Filistin’e, Lübnan’a düşman olmayacaktır. Durmadan emperyalizmin ayartmasına kapılan ve halkımızın ortak iradesine meydan okuyan dinci-şovenist çevrelerin yeni maceralarına izin yok!
30 Kasım 2024
ŞAM YENİLMEZ, KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞAR
Suriye’nin düşmesini bölge ülkelerini toptan köleleştirmenin anahtarı olarak gören emperyalist-sömürgeci efendiler HTŞ’yi Şam’ın üzerine sürmenin yanı sıra bütün güçleriyle Suriye’nin üzerine çullanıyor. Amerika Deyrizor’da Suriye ordusunu bombalıyor. İsrail Şam’ı ve HTŞ’nin yoluna dikilen Suriye birliklerini bombalıyor. İngiliz, Fransız, Ukrayna özel kuvvetleri sabotaj düzenliyor, HTŞ’nin yolunu açıyor. AKP fetihçi hayallerle saldırıya yamaklık ediyor.
Amerika, İngiltere, Avrupa Birliği, İsrail, NATO, yani emperyalist savaş bloku, HTŞ’yi Suriye Arap Cumhuriyetini yıkmak için koçbaşı olarak kullanıyor. HTŞ, emperyalizmin ve sömürgeciliğin devrimci ve ilerici güçleri dağıtmak, Suriye’yi mezhepsel ve etnik temelde parçalamak için kullandığı kör alettir.
HTŞ kısa adıyla bilinen Heyet Tahrir Şam Suriye El Kaidesidir. Selefî-tekfirci bir terör örgütüdür. Özgürlüğün ve eşitliğin amansız düşmanıdır. İşçi haklarını, kadın haklarını, düşünce özgürlüğünü, kanun önünde eşitliği kabul etmez. Kendi köleci-feodal anlayışı dışında kalan bütün düşünce ve inançları küfür sayar. Kâfir/din dışı ilan ettiği laiklere, Alevilere, Şiilere, kendinden olmayan Sünnilere, başka din mensuplarına, inançsızlara hayat hakkı tanımaz veya onlara köleliği dayatır. Köleliği ve cariyeliği meşru sayar.
HTŞ gericilik ve karşıdevrimdir, mezhepçi faşizmdir, ortaçağ barbarlığıdır.
Şam “birlik, özgürlük, sosyalizm” belgisiyle Suriye’de, Irak’ta, bütün Ortadoğuda ulusal kurtuluş ve cumhuriyet devrimlerini tutuşturan direnişin başkentidir. Şam yenilmez, küllerinden yeniden doğar. Direnişi yendiklerini, devrimi boğduklarını sananlar Suriye halkının emperyalizme, komprador kapitalizme ve feodalizme karşı elde ettiği bütün kazanımları korumak için mücadeleyi nasıl sürdüreceğini görecekler. Emperyalistler ve sömürgeciler, ortaçağ sürüleri, dinci-şovenist çevreler erken bayram ediyorsunuz. Suriye halkı baş eğmez, bölge halkları baş eğmez, insanlık baş eğmez.
7 Aralık 2024
SURİYE HALKINI TESLİM ALAMAZSINIZ
Ortaçağ sürüleri Şam’a girdi, Suriye toprakları emperyalizme ve sömürgeciliğe esir düştü. Din ve mezhep tüccarları, yağma kokusunu alan kompradorlar, vatan hainleri, Amerikan ve İsrail borazanları bayram ediyor. 8 Aralık 2024 gününü kutsuyor, karşıdevrimi yüceltiyorlar. Direnişi bitirdiklerini, devrimi boğduklarını ilan ediyorlar.
Yanıldıklarını görecekler. Çünkü, “mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele!” Suriye halkı bugünden başlayarak bağımsızlık, egemenlik, toprak bütünlüğü ve toplumsal devrim mücadelesini artık yer altı koşullarında sürdürecek ve eninde sonunda zafere ulaşacak. Karşıdevrimcilerden yine hesap soracak. Suriye işçi sınıfı, şehir ve köy emekçileri, bütün yurtseverler “birlik, özgürlük, sosyalizm” belgisini yine ülkenin her yanına yayacak, Suriye yine özgür ve bütün olacak. Şam yine bütün mazlumların sığınağı, Filistin ve Lübnan halklarının temel desteği olarak parlayacak.
Suriye halkına bu kara gününde en içten dayanışma duygularımızı iletiyor, devrimin, enternasyonalizmin ve yurtseverliğin şairi Nâzım Hikmet’in dizeleriyle sesleniyoruz:
Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.
8 Aralık 2024
SURİYE’DE OLAYLAR ZİNCİRİ
Amerika önderliğindeki emperyalist savaş bloku Suriye’yi yıkma planını adım adım uyguladı. Planın uygulanmasında egemenlerin en bildik oyunu “havuç ve sopa” taktiği kapsamlı biçimde kullanıldı. Zor kullanma, şantaj, rüşvet, tehdit, blöf ve bol keseden vaatleri içeren pazarlık alet çantası açıldı.
Cepheyi genişletme
Önce, Suriye karşıtı koalisyon güçlendirildi. Rusya ve İran’a yaklaşıp Astana sürecine katılan AKP hizaya çekildi.
Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava sistemi gerekçesiyle uygulanan CAATSA yaptırımından vazgeçileceği, Türkiye’ye F-16 savaş uçaklarının verileceği, hatta şartlar oluşursa Türkiye’nin F-35 programına bile dönebileceği vadedildi. Almanya da Eurofighter savaş uçaklarının Türkiye’ye satışına izin verecekti.
Vaatler bunlarla sınırlı da değildi. Beşar Esad başkanlığındaki ulusal hükûmet yıkılınca kurulacak İslamcı hükûmette AKP söz sahibi olacak, yeni iktidar sahiplerine abilik edecekti. Peşin ikramiye olarak Fırat nehrinin batısındaki Tel Rifat ve Membiç, Türkiye’nin denetimine bırakılacak, fakat Türkiye de Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD/YPG/SDG yapısına dokunmayacağına söz verecekti. Üstüne üstlük, ileride vakti gelince Halep bile savaş ganimeti olarak Türkiye’ye bırakılabilirdi. Böylece Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar da geri dönüp ülkelerine yerleşebilirlerdi. Zorunlu olarak büyük bir inşaat kampanyası yapılacaktı, ihaleler Türk müteahhitlerine verilebilirdi.
Bunların karşılığında Türkiye, İran’a ve Rusya’ya rest çekecek, bu plana engel olurlarsa onlarla ilişkileri bozmayı ve hatta savaşmayı göze aldığını söyleyecekti.
Eğer Türkiye bu planı kabul etmezse Batının aforozuna uğrayacak, tümüyle dışlanacaktı. Bunun ne anlama geldiğini kendisi iyi bilirdi.
İkinci olarak, Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik en büyük tehdit saydığı SDG’ye, Tel Rifat ve Membiç’i çatışmadan teslim etme uyarısı yapıldı. Amerika, Fırat’ın doğusunda SDG’yi korumaya devam edecekti. Hatta Deyrizor’da ve uygun yerlerde yeni mevziler kazanmasını sağlayacaktı. SDG’nin kayıpları ileride nasılsa telafi edilirdi.
Suriye’nin dostlarını korkutma
Sonra, Suriye’yi dostsuz bırakma adımına geçildi. NATO’nun Rusya topraklarını Ukrayna’da uzun menzilli füzelerle vurmasıyla bunalan Rusya’ya, yakında savaştan vazgeçilebileceği, Ukrayna’da elde ettiği toprakların kendisine bırakılabileceği ve Ukrayna’nın NATO’ya alınmaması talebinin kabul edilebileceği bildirildi.
Bunun karşılığında Rusya, Suriye ulusal hükûmetine askerî ve siyasi desteğini kesecek, İslamcı bir hükûmete razı olacaktı. Bu adımdan korkmasına gerek yoktu. HTŞ aşırılıklarından arınacaktı. Hem Rusya deneyimliydi. Afganistan’da Taliban’la çalışabildiğine göre Suriye’de HTŞ’yle de çalışabilirdi.
Amerika’ya göre, bu pazarlık mantıklı bir alışveriş sayılırdı, çünkü Rusya Suriye’deki deniz ve hava üslerini de koruyabilecekti.
Rusya planı kabul etmezse, kendisi bilirdi. Ukrayna’da savaş daha da şiddetlenerek devam eder, ambargo ve yaptırımlara karşı nefes borusu olan Türkiye de Rusya’nın karşısına geçerdi. Rusya’nın nefesi iyice kesilirdi. Ukrayna’dan sonra Suriye’de Rusya’ya karşı ikinci cephe açılır, Amerika’nın ve özellikle İsrail’in bombardımanları belki Rusya üslerine de yönelebilirdi.
İran’a, Türkiye ve Rusya ile Suriye konusunda aşağı yukarı anlaşıldığı, kendisinin de kenara çekilmesi gerektiği bildirildi. Kenara çekilirse belki ambargo ve yaptırımlar hafifletilebilir, İsrail’in olası saldırıları durdurulabilirdi. Çekilmezse, karşısında İsrail’in ve Amerika’nın şiddetlenen bombardımanlarını bulabilir ve hatta Türkiye’yle çatışmak zorunda kalabilirdi.
Benzer uyarılar Irak’a da yapıldı. Suriye’nin yardımına giderse gönderdiği birliklerin anında yok edileceği bildirildi.

22 Aralık 2024
Saldırı başlıyor
Sıra Suriye El Kaidesi HTŞ’nin kılığını kıyafetini düzeltmeye, çetelerine çekidüzen vermeye geldi. Donanımı arttırıldı. Fiyakalı alet edevatın yanında birçok motorsiklet, kamyonet, minibüs, birkaç da iha verildi. Türkiye ve dünya kapitalist medyasının psikolojik savaş saldırısı eşliğinde HTŞ çeteleri 27 Kasım 2024’te İdlib’ten Halep’e doğru hızla yola çıkarıldı.
Suriye ordusu, halk milisleri ve İran yanlısı birlikler ilk elde karşı koyarken Suriyeli ve İranlı iki general suikastla öldürüldü. Rusya birkaç tekil olayın dışında Suriye ordusuna hava desteği vermedi. Çok az sayıdaki Rusya askeri savaşmadan geri çekildi.
İrade kırma
Durumu sorgulayan Esad’a bizzat Putin, Rusya’nın gücünün sınırlı olduğunu, önceliği Ukrayna’ya vereceğini, Suriye’ye yardım edemeyeceğini söyledi. Esad’a ulusal hükûmetin yolun sonuna geldiğini, iktidarı çatışmadan teslim etmesinin iyi olacağını tavsiye etti. Ulusal hükûmet savaş yolunu seçerse, İsrail, Türkiye ve Amerika’nın kesinlikle müdahale edeceğini, Suriye’nin parçalanacağını, ülkede katliam yaşanacağını, taş üstünde taş kalmayacağını belirtti.
Esad durumu ulusal hükûmete ve Genelkurmaya açtı. Büyük bir moral bozukluğu yaşandı. Zaman kazanmak ve toparlanıp karşı saldırıya geçmek için ordu Halep’ten çekildi. Hama ve Humus’ta kısmî direniş gösterildiyse de benzer senaryo tekrarlandı. Sonunda Şam’da Genelkurmay inanılmaz bir kararla orduyu terhis etti. Suriye halkı ordusuz kaldı.
Teknik olarak ordu denemeyecek ve ilk yoğun bombardımanda çaresizce dağılmaya mahkûm başıbozuk HTŞ çeteleri hiç çatışmadan düz asfaltta motorsiklet, kamyonet ve minibüslerini sürerek Şam’a girdiler. Aslan çakallara boğduruldu. Koskoca Suriye ortaçağ sürülerine teslim edildi.
HTŞ’nin Şam’a girdiği 8 Aralık 2024’te (dün) İsrail, 1967’den beri işgal altında tuttuğu ve 1981’de ilhak ettiği Golan Tepelerinin Suriye denetiminde kalan diğer bölgelerini de işgal etti.

Kaybedenler ve kazananlar
Bu olaylar zincirinin sonunda tabii ki en çok kaybeden, esir düşen Suriye halkıdır.
İkinci kaybeden, en sağlam desteğini ve savunma derinliğini yitiren Filistin ile Lübnan halklarıdır.
Üçüncü kaybeden, bütün Suriye’nin terör çetelerinin eline geçmesiyle sınır güvenliğini daha da yitiren ve iç güvenliği de tehlikeye düşen Türkiye halkıdır.
Dördüncü kaybeden, Türkiye halkıyla aynı şekilde sınır güvenliğini daha da yitiren ve iç güvenliği daha da tehlikeye düşen Irak halkıdır.
Beşinci kaybeden, İsrail yayılmacılığına ve emperyalist saldırılara karşı direnişin sağlam kalesini kaybeden bölge halklarıdır.
Altıncı kaybeden, emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadelede dostlarını yitiren bütün dünya halklarıdır.
Yedinci kaybeden, direniş ekseniyle kara bağlantısını yitiren İran’dır.
Sekizinci kaybeden, en köklü müttefiklerinden birini ortada bıraktığı için saygınlığını ve güvenilirliğini yitiren Rusyadır.
Kazananlar, İsrail, Amerika, İngiltere, Avrupa Birliği, NATO’dur. Kısacası, emperyalist savaş blokudur.
Türkiye’yi yönetenler de Rusya’yı yönetenler de belki kazandıklarını veya en azından üstlerine hışımla gelen emperyalist belayı hafif atlattıklarını sanıyorlardır. Tarih nasıl yanıldıklarını kısa sürede ortaya koyacaktır. Çünkü emperyalizmin ayartmasına kapılanlar kaybederler.
Son söz
Emperyalist sömürgeci savaş, ortaçağ sürülerinin istilası, işgal, ambargo ve yaptırımlarla uzun yıllardır mücadele eden Suriye halkı, devrimci iradesini toplayacak ve birlik, özgürlük, sosyalizm belgisiyle direnişini yeniden zafere kadar sürdürecektir. Son sözü, emperyalizm ve ortaçağ sürüleri değil, Suriye halkı ve dostları söyleyecektir.
9 Aralık 2024
ASGARÎ ÜCRET, SINIRSIZ ZULÜM
Siyasal iktidar ile kapitalist patronlar sendikası TİSK, 2025 yılı için geçerli olacak asgarî ücreti, 17 bin 002 TL’lik mevcut ücrette yüzde 30’luk artış yaparak 22 bin 104 TL olarak belirledi.
Oysa resmî istatistik kurumu TÜİK’e göre bile, 2024 yılı enflasyonu yüzde 45’in üstünde. Merkez Bankasının her zaman gerçekleşenin çok altında kalan beklentisine göre, 2025 enflasyonu da yüzde 20’nin üzerinde olacak.
Asgarî ücretteki aşınma bu kadar belirgin iken Türkiye işçi sınıfının yarısının ücretini bu düzeyde belirlemek zulmün sınırsızlığını gösteriyor.
İşçiler emekçiler geçinemiyor, kirasını ödeyemiyor, insanca yaşayamıyor. Fakat dilekler, ricalar, sızlanmalar, insancıl çağrılar, merhamete ve vicdana davetler, feryatlar, beddualar, bilimsel araştırmalar, asgarî geçim hesapları fayda etmiyor. Türkiye işçi sınıfını sadece sömürülecek uysal kitle olarak görenlerin kılı kıpırdamıyor. Bir de üste çıkıyorlar, aklımızla alay edip işçiyi emekçiyi ezdirmedik diye hava atıyorlar.
Demek ki, formülde bir eksik var. Hak verilmez, alınır. Türkiye işçi sınıfının, şehir ve köy emekçilerinin, yurttaşların örgütlenmesinde, sendikalaşmasında, sınıfsal dayanışmasında, kitlesel eyleminde yetersiz kalmışız. Ne kadar örgütlenme, sendikalaşma, sınıfsal dayanışma, kitlesel eylem, direniş, miting, yürüyüş, o kadar ücret, o kadar insanca yaşama!
Demek ki, kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz. İnsanca yaşamak hepimizin hakkıdır. Sefalete razı olmayacağız. Hakkımızı alacağız.
25 Aralık 2024

DURUM VE KARAR
Kapitalist patronlar ve siyasal iktidar koalisyonu yıllardır süren sınıfsal saldırılarıyla asgarî ücreti adım adım ortalama genel ücret durumuna getirdi. Şimdi de asgarî ücreti açlık sınırının altına düşürdü. 2025 yılı için 22 bin 104 lirayı reva gördü. Harca harca bitmez! Aklımızla düpedüz alay ediyorlar. Emekli maaşlarını zaten harçlık düzeyine indirmişlerdi.
İş güvenliği ve işçi sağlığı da aynı durumda. İş kazası adı verilen ardı arkası kesilmeyen cinayetlerde birer ikişer, üçer beşer, beşer onar, yirmişer otuzar, kırkar ellişer, yüzer üç yüzer ölüp gidiyoruz. Daha dün (24 Aralık 2024) Balıkesir’de mühimmat fabrikasında 11 kardeşimiz öldü, 5 kardeşimiz yaralandı.
İşsizlik artık kanıksanmış afet. Milyonlarca işsizin iş sahibi yapılması artık siyasal söylemden bile silindi. Yoksulluk ve mahrumiyet kader sayılıyor, yardım ve sadakalarla idare ediliyor.
Bunların hepsi bir avuç yabancı ve yerli rantiyeyi abat etmek, kapitalistlerin zenginliğine zenginlik katmak için. Bankaları, holdingleri, borsacıları, müteahhitleri, büyük sanayicileri, ihracatçıları ve ithalatçıları, toprak beylerini, din tüccarlarını astığı astık kestiği kestik derebey durumuna yükseltmek için. Mezhepçi terör çetelerini besleyip Amerika ve İsrail adına laik cumhuriyet Suriye’yi yıkmak için. Türkiye’ye ortaçağ karanlığını dayatmak için.
Durum vahim. Fakat seçim bizim. Ya köleliği kabul edeceğiz, ya özgür olacağız. Ya bir avuç vurguncuya baş eğeceğiz, ya eşit ve insanca yaşayacağız. Ya ortaçağa döneceğiz, ya dört başı mamur bağımsız bütün laik demokratik sosyal hukuk cumhuriyetinde birleşeceğiz.
Vatan Cumhuriyet Emek mücadelesini sürdüreceğiz. Yıkım müteahhitlerini durduracağız. Türkiye işçi sınıfı, şehir ve köy emekçileri, ulusal demokratik güçler, bütün yurttaşlar, makûs talihimizi el birliğiyle yeneceğiz.
25 Aralık 2024
YENİ YILDA TEK SEÇENEK
2025 yılı Türkiye, bölge ve dünya halklarına kutlu olsun.
Kapitalizmin sömürüsüne, emperyalizmin ve sömürgeciliğin zulmüne karşı mücadele eden bütün işçilere, şehir ve köy emekçilerine, ilerici yurtsever büyük insanlığa en içten dayanışma duygularımızı iletiyoruz.
Emperyalizme, işbirlikçi kapitalizme ve ortaçağ güçlerinin saldırısına karşı Vatan Cumhuriyet Emek mücadelesini sürdüren Türkiye halkı,
- İsrail sömürgeciliğinin soykırımına sabırla direnen Filistin halkına,
- en zor koşullarda sömürgeci işgali durduran Lübnan halkına,
- emperyalist savaş blokunun işgaline uğrayan ve ortaçağ çetelerine esir düşen Suriye halkına,
- Amerika Avrupa NATO saldırısına karşı direnen Ukrayna, Rusya, Belarus halklarına,
- sömürgeciliğe başkaldıran Afrika, Asya ve Latin Amerika halklarına,
- kapitalizmin sömürü ve baskısına direnen Kuzey Amerika ve Avrupa halklarına elini uzatıyor, “hepimiz aynı saftayız, mücadeleniz mücadelemizdir” diye sesleniyor.
Filistin halkı bağımsız ve özgür olacak. Lübnan halkı bağımsız ve özgür olacak. Zincire vurulmuş Suriye zincirlerini kıracak, yine bağımsız ve özgür olacak. Ukrayna, Rusya ve Belarus NATO istilasını püskürtecek. Afrika, Asya ve Latin Amerika halkları yeni başarılar kazanacak. Kuzey Amerika ve Avrupa halkları azgın sömürüye katlanmayacak, kendine gelecek, dolar milyarderleri şebekesinin ezgisine karşı büyük insanlık mücadelesinin parçası olacak.
Yeni yıla grev çadırlarında, direniş hatlarında, zindanlarda, sosyalist devrimci ilerici yurtsever mücadele odaklarında giren bütün dostlara selam olsun.
Emperyalist savaş bloku, komprador kapitalist ve feodal işbirlikçiler, faşist ortaçağ sürüleri ve istibdat zalimleri bütün halkları köşeye sıkıştırdı. Bu dünyada elimizde tek bir seçenek kaldı:
Ne kadar mücadele, o kadar geçim. Ne kadar mücadele, o kadar özgürlük.
Ne kadar mücadele, o kadar eşitlik. Ne kadar mücadele, o kadar kardeşlik.
Ne kadar mücadele, o kadar sağlık. Ne kadar mücadele, o kadar bilim. Ne kadar mücadele, o kadar sanat ve edebiyat.
Ne kadar mücadele, o kadar yaşam.
Ne kadar mücadele, o kadar gelecek.
2025 yılında bütün halklar elimizde kalan bu tek seçeneğe sıkı sıkıya sarılacağız.
1 Ocak 2025
ZİNCİRE VURULMUŞ SURİYE
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun gülü yaralar beni.
Pir Sultan Abdal
Suriye’yi yıkma planını Amerika ve İsrail birlikte hazırladı. Ülkemizin dinci şovenist çevreleri yıkımın müteahhitliğini üstlendi. Rusya ile İran, Amerika-İsrail-dinci şovenist çevreler üçlüsünün aynı çizgiye geldiğini görünce yıkım planına baş eğdi.
Rusya, yıkımdan en az zararla kurtulmak için, planın patronları ile yıkım müteahhidi arasındaki olası çıkar çatışmasını dikkate alarak müteahhitle birlikte hareket etmeye karar verdi. Yıkım müteahhidinin taşeron olarak kullandığı HTŞ çetelerinin engelsiz biçimde ve tek başlarına Suriye’yi ele geçirmesi için gerekli bozguncu ortamı sağladı.
Sonuçta, Suriye ordusu kendini feshetti, Suriye yönetimi devrildi ve Şam’da iktidar, yıkım müteahhidinin himayesinde taşeronun eline geçti. Suriye zincire vuruldu.
Amerika ile İsrail’in büyük ganimeti
Böylece, Suriye, Amerika ile kapitalist ortaklarının sömürü ve diktasına açıldı. İsrail, 1978’de Mısır’ın teslimiyetinden sonraki en büyük stratejik armağana kavuştu. Daha ilk günden Suriye’nin kendisi açısından en önemli güney bölgesini işgal etti. Suriye donanmasını batırdı. Askerî üslerini, hava alanlarını, bilimsel araştırma kurumlarını yerle bir etti. Suriye’nin kolunu kanadını kırdı, ileride kendisine anlamlı tehdit olamaması için kendince yeterli önlemleri aldı.
Kapitalist medya ve “dostun gülü”
Suriye’nin yıkılması, ortaçağ çetelerinin eline geçmesiyle birlikte bütün kapitalist dünyada ve ülkemizde Suriye’ye karşı her türlü iftiranın, hakaretin, yalanın, suçlamanın bozuk para gibi harcandığı medya kampanyası yoğunlaştırılmış biçimde tekrar başlatıldı.
Feodallerin ve kapitalistlerin sınıf kinini, karşıdevrimcilerin devrim düşmanlığını, dinci-şovenist çevrelerin mezhepçi önyargılarını yansıtan akla mantığa sığmaz kampanyaya şaşırmıyoruz. Fakat kimi ilerici, yurtsever, devrimci çevrelerin suçlamalara katılmasına, “vurun düşene” mantığıyla Suriye’ye kara çalmasına şaşırıyoruz. Bu ilkesiz yaklaşımı asla kabul etmiyor, protesto ediyoruz. Kendinize gelin, dik durun, sizinle aynı cephedeki güçlere çatmayın, zalimleri sevindirmeyin. Hafızanıza sahip çıkın, Suriye hakikatini hatırlayın.

T.Ü.Y.B. 130×97 cm
Hakikat
Suriye, sömürgeci işgali, manda ve himayeyi asla kabul etmemektir. Fransız mandacılarını tasını tarağını toplayarak ülkeden çekilmek zorunda bırakmaktır.
Suriye, beş bin büyük toprak ağasının mülklerini kamulaştırmak, tarihin en köklü toprak reformlarından birini yapmak, feodal mülkleri topraksız ve az topraklı köylülere dağıtmak, hiçe sayılan fellahları/çiftçileri eşit yurttaş yapmaktır.
Suriye, parasız eğitim ve parasız sağlıktır.
Suriye, komprador kapitalizmi reddetmektir. Bankaları ve dış ticareti millîleştirmektir.
Suriye, cumhuriyettir, laikliktir, yurtseverliktir. Din, dil, ırk ve mezhep ayrımcılığını kabul etmemek, bütün toplulukları yurttaşlıkta birleştirmektir. Dinin siyasete alet edilmesini, din ve mezhep düşmanlığını yasaklamaktır.
Suriye, işçi ve köylülerin, sendikaların, köylü birliklerinin, kooperatiflerin siyasal yönetime katılmasıdır. Emeğe ve emekçiye öncelik vermektir. Devrimci demokrasiyi benimsemek, sosyalizme yönelmektir.
Suriye, ilerici ve devrimci partilerdir, Ulusal İlerici Cephedir.
Suriye, daha en baştan İsrail sömürgeciliğine karşı mücadele etmek, siyonizme karşı Filistin halkını desteklemek, Suriye’ye sığınan Filistin halkına Suriye vatandaşlarının bütün haklarını tanımaktır.
Suriye, daha en baştan NATO’ya karşı mücadele etmektir.
Zaman zaman yaşanan gelgitler, ağır dış baskı karşısında emperyalizme ve kapitalizme verilen kimi tavizler, özelleştirme girişimleri Suriye hakikatini gölgeleyemez. Suriye hakikati, devrimdir.
Suriye, özgürlüktür. Esareti, kölece yaşamı kabul etmez. Zincire vurulmuş Suriye manzarası gelip geçicidir. Suriye, zincirlerini kırmak için mücadele eder. Kısacası, Suriye, yeniden doğuştur. Suriye, Pir Sultan Abdal’ın dizelerinden esinlenerek “Kaçıncı ölmem bu, hain, / Suriye ölür dirilir” diye tekrar haykıracaktır. Hep birlikte göreceğiz.