MÜNEVVER MİNE DİKEL
SÖYLEŞİ: YASEMİN ERTÜKEL
Zaman akıyor derler. Tıpkı önüne çıkan hiçbir şeyin durduramayacağı bir nehir gibi. Günlük telaş, görünmeyen emek yani ev işleri, çocuk yetiştirmek, hayatın akışı… Bir bakmışsınız zaman su gibi akmış. Bu akışa kapılıp gitmek de mümkün akışın içinde bir şeylere tutunup kendin olmaya çalışmak da.
Ressam Münevver Mine Dikel, zamanın akışında tuvallerine, edebiyat, spikerlik ve biraz da kemana tutunup “âlemi seyretmeyi” başarabilen bir emekçi kadın. Bazen zamanın akışına kapılıp sürüklense de elini en çok resme atarak yönelmiş iç dünyasına. Sergilere katılmış ve bu sefer alemi kendi iç dünyasını seyre çağırmış. Umutlarını, hayallerini ve nasıl bir ülke istediğini en çok seçtiği renklerde yansıtmış bize. Şimdi sayfalarımızı ressamın yolculuğuna açma vakti.
Münevver Mine Dikel ile gerçekleştirdiğimiz keyifli söyleşimizi sizlere sunuyoruz.
Bize kendinizden bahseder misiniz?
İstanbul Üsküdar’da dünyaya gelmişim. Üsküdar Lise son sınıftayken eşimle tanışarak evlendik. İki kızımız var. Onlar da beni takip ederek sanat ve tasarım yolunu izlediler. Ve alanlarında çok başarılı oldular. İyi bir örnek olabildimse ne mutlu bana.
18 yaşından bu yana tuval üzerine yağlı boya, toprak boya ve şu sıralar da cıvıl cıvıl ışık saçan akrilik boya ile çalışmaktayım ve yaptığım resimlerden renk anlamında büyük haz duyuyorum.
Resme ara verdiğim bir dönemde, yedi yıl kendi mağazamı işlettim ve bir yandan da yerel bir kanalda televizyon sunuculuğu yaptım, etkinliklerde spiker olarak yer aldım.
Sanatı, doğayı, insanları seviyorum; renkli bir dünya düşlüyorum. Pandemi ile birlikte tüm dünyaca çok büyük korkular yaşadık. Acılandık, hüzünlendik, acı kayıplarımız oldu. Acılar, üzüntüler hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. İşte tam da bu noktada rengârenk ışıl ışıl soyut resimler yapmaya başladım. Ülke ve şehir resimleri yapmaya koyuldum. Birlikte yaşadığım annemi kaybetmiştim, canım korkunç yanmıştı. Pandeminin verdiği yasaklardan hiçbir yere kıpırdayamıyordum. Açıkçası hareketlerimiz kısıtlandığı için ben de çareyi tuvallerim ve boyalarım ile beni mutlu eden renklerle çıktığım içsel yolculukta buldum. Çoğu zaman aile hayatım ön plana çıktı, zaman zaman sorumluluklarım ağır bastı, ara verdim, fakat asla pes etmedim. Tekrar tekrar tuvalin başına koyuldum. Bu içsel yolculuk içinden geçtiğim katı gerçekliği her bir fırça darbesiyle örülen yepyeni umut dolu bir dünyaya evriltti, doğadaki yaratım enerjisi benim de aracılığımla yeryüzüne akmaya başladı.
Sanatın her dalı beni mutlu ediyor, huzur veriyor. Edebiyatı çok seviyorum, kitapları çok seviyorum… Şiirler yazıyorum. Arada bir amatörce keman da çalardım, üç yıldır onu da elime almıyorum. Dediğim gibi benim için sanat çok çok önemli. Çünkü sanat bir bireyin yeniden var oluşu, hayata ve içinde kısıtlanmış hissettiği koşullara baş kaldırısıdır. Sanatla daha çok insana dokunabilmek en büyük isteğim. Figürlerimle, ışığımla, renklerimle değerli sanatsever dostlarıma bir nebze de olsa bir şeyler verebiliyorsam ne mutlu bana.
Akademili ressamların atölyelerine giderek onlardan özel dersler aldım. Erkan Doğanay, Handan Koçyiğit hocalarıma buradan sevgiler yolluyorum. Ressam kızım Görkem Dikel’e çok teşekkür ediyorum. Onun soyutlama çalışmaları da son yıllarda bana ilham verdi. Resmi daha rahat ele almam için beni cesaretlendirdi. Reklamcı ve fotoğraf sanatçısı kızım Özlem ise bana her zaman iyi fikirler verir.
Niş Art, Akaretler La Visione, Akaretler Signature Art Gallery’de sergilerim oldu. İstanbul’da yaşıyor ve üretiyorum.
Eserlerinizdeki temel motivasyon nedir?
Demin bahsettiğim, sanatın insanın üzerindeki dönüştürücü etkisine kendimi açmam ve bir nevi prangaları kırdığım gerçeği doğrudur. Bir diğer motivasyon ise, yaşama sımsıkı bağlılığım ve ailemdi. Tema olarak içimi kıpır kıpır ettiren ışık dolu, gezdiğim şehirleri ve tüm çocukluğumdan beri beni kuşatan, yaşadığım şehir İstanbul izlenimleri, anıları, coşkuları tuvalimde hayat buldu.
Ben tam bir İstanbul aşığıyım, bütün mihnetleri bir yana, İstanbul benim için çok önemli. Beni mutlu eden tek şehir, varlığıyla huzur ve bazen de coşku veriyor. Bu zamana kadar gezdiğim gördüğüm hiçbir Avrupa şehri ile kıyaslanamayacak tek şehir İstanbul. Fırsat buldukça İstanbul üzerine şiirler yazıyorum.Burada sizlerle de bir kıta paylaşmak isterim.
Giyinip kuşanıp İstiklal’e çıkıyorum
Eh, hoşumdur da…
Gelip giden tramvaylar
Kırmızı gül satan delikanlılar
Şarap parası isteyen sevimli sarhoşlar
Taksim meydanında oturan berduşlar
Etap’ın tepesinde uçuşan bembeyaz martılar
Burger King’in önünde öpüşen aşıklar
Bendeniz de bunların hepsinden ayrı ayrı haz duymuyorum desem
Yalan olur hani
(2002, Beyoğlu)
Eserlerinizde ‘’kadın’’ figürü ilgimi çekti, daha detaylı anlatabilir misiniz?
Kadın figürü yapmak, benim daha dışa dönük olduğum, sanatımda daha çok dışsal gerçekliği yansıtmaya çalıştığım zamanlarda oldu. Etrafımda, ailemde ve dünyada bana kişisel anlamda güç veren çok güçlü kadın figürleri tanıdım. Bu resimlerdeki motivasyon kadının kendi gücüne ayna tutmaktı. Özgürlük benim için çok hayati. Özgür bir dünyada özgür kadınlar yaratmak istedim. Gelmiş geçmiş tüm dünya kadınlarına selam olsun diyorum. Dünyayı kadınların bakış açısı, sağduyusu ve gücü kurtaracak.
Renklerle aranızda nasıl bir bağ var?
Renklerin insan psikolojisi üzerindeki etkisini hesaba katarak kullanıyorum. Paletimdeki her bir renk birbiriyle uyumlu ve bir atmosferi ortaya çıkarmayı görev ediniyorlar, onları çeşitli hislere bağlıyorum. Mesela maviler derinlik ve sonsuzluk hissettiriyor kanımca, en fazla kullandığım morlar ve eflatunlar sevgi ve tanıdıklık hissi veriyor, yeşiller güven ve tutunma hissi veriyor gibi.
Zıt renkler espası kullanıyorum. Paletimde sıcak ve soğuk iki grup renk yer alıyor, bunlar zıt oldukları için birbirini iterek espası güçlendiriyorlar.
‘Monet’ye Saygı’, ‘Altın Lotus’, ‘İstanbul’dan Kart Var’ eserleriniz de dikkatimi çok çekti. Daha detaylı anlatabilir misiniz?
Bu üçü de çok sevdiğim resimlerim. ‘Monet’ye Saygı’ tablosuna bu adı, resmi yaparken aklımda büyük usta Monet’nin resimleri olduğu için verdim. Kendisi, birçok soyut ressama ilham vermiş bir doğa ressamı. Doğa kendi içinde birçok fragmanlar, sonsuz bölünmeler barındırdığı için soyut resme kapı açıyor. Ben de pandemi zamanındaki katı gerçeklikle çevriliyken bir içe dönüş yaşadığım döneme girmiştim. Bu içe dönüş beni gerçekçi resimlerden uzaklaştırdı ve soyutlamalar yapmaya başladım. Yine aklımda somut şehirler, insan siluetleri, doğadan sahneler olsa da bunları soyutlayarak, dışavurumcu bir tavırla yapmaya başladım. ‘Monet’ye Saygı’ resmim bunun başlangıç aşamalarındayken çıkmıştı.
‘İstanbul’dan Kart Var’ resmim bu anlattığımın bir örneği, tek farkı karışık teknik kullandığım bir çalışma olması. En sevdiğim şehrin fotoğrafından yola çıktığım, üzerine pentür uyguladığım, kendiliğinden oluşan bir soyutlamadır.
‘Altın Lotus’ biraz daha soyuta yakın, şekiller somuttan daha uzak, çiçek dışında. Lotus, bataklıkta, suların üzerinde büyüyen bir çiçek. Bu yönüyle Monet’nin nilüferlerine selam gönderirken Budizm inanışına göre kutsal bir çiçek, aydınlanma, bilincin uyanışını simgeliyor. Bu çiçek sürpriz olarak çıktı, resme başlarken aklımda öyle bir form yoktu.
Sanatın toplumsal gelişimdeki rolünü nasıl görüyorsunuz?
Sanat daha doğrudan bir iletişim aracı. Elle tutulur, şekiller, formlar, renklerle insanlara temas ettiği için diğer disiplinlerden daha avantajlı. Hatta bazen bu yüzden başka alanların ortaya koyamadığı bilgileri bulabilir, toplumu çok ileri zamanlara taşıyabilecek yaklaşımlar sunabilir. Öte yandan, bazen söylenemeyen gerçekleri mesajlar hâlinde kitlelere ulaştırabilmesi ve insanları birleştirmesi özelliği her zaman sürmüştür.
Sanatınız dışında birkaç özel soru sorabilir miyim? Favori kahveniz nedir? En sevdiğiniz film? En son hangi kitabı okudunuz?
Sade Türk Kahvesi. Bir kahvaltıdan sonra bir de üç sularında içerim. Fal baktırmam.
Piyanist. Özellikle tüm yıkımdan sonra enkazların arasında piyano bulup çalmaya başladığı sahne beni çok etkilemişti.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bütün Şiirleri kitabı.