Son yıllarda gençlerden bahsederken en çok duyduğumuz ifade “Z kuşağı” tanımlamasıdır. Kimileri Z kuşağının doğuşunu ‘90’ların ortalarından alsa da, yaygın olarak 2000 yılı ve sonrasında doğanlar bu kuşakta konumlandırılıyor. Bugün Türkiye’de, bu kuşak ülkenin genç nüfusunu oluşturuyor.

TÜİK’in 2020 verilerine göre ülke nüfusunun yüzde 15,4’ünü 15-24 yaş arası gençler oluşturuyor, sayıları ise 12 milyon 893 bin 750. Bugün bu sayının kayda değer ölçüde arttığını öngörebiliriz ancak 2021 verileri henüz yayınlanmadı. TÜİK’in yayınladığı bu verilerde üzerinde en çok durulması, düşünülmesi gereken ve çözüm bekleyen sorun ise bu gençlerin yüzde 28,3’ünün ne eğitimde, ne de istihdamda ol(a)maması. Yani yaklaşık 3 milyon 649 bin genç okumuyor ya da çalışmıyor. Diğer taraftan gençlerin yaşam memnuniyetlerine bakıldığında, gençlerin yarısından fazlasının mutlu olmadığı görülüyor. Ayrıca 2019’da yüzde 56,7 olan mutluluk düzeyi, 2020 yılına gelindiğinde yüzde 47,2’ye düşmüş. Beslenme açısından bakıldığında ise meyve ve sebze ya da salata tüketimlerinin de ciddi biçimde azaldığı görülüyor. Bu verilerin her biri, bizlere Türkiye’deki gençlerin acilen çözülmesi gereken sorunları olduğunu gösteriyor.

Eğitimde yer alan gençlerin durumu da geleceğe dönük olarak mutlaka tartışılmalı. 2020-2021 Yükseköğretim İstatistiklerine göre 3 milyon 114 bin 623 önlisans; 4 milyon 76 bin 657 lisans öğrencisi bulunuyor. Lisansüstü öğrencilerinin sayısı ise yaklaşık 450 bin kadar. Eğitimde yer alanların işsizlik hesaplamalarına dahil edilmediklerini de burada not düşelim. Eğitimin kalitesi bir tarafa, hâlihazırda üniversite mezunu gençler işsiz yığınlar hâlinde beklerken her geçen yıl bu yığınlara binlercesi ekleniyor. DİSK/Genel-İş Sendikası Araştırma Dairesinin 2021’de yayınladığı Türkiye’de Genç İstihdam Raporuna göre yükseköğretim mezunu gençlerin yüzde 35,1’i işsiz, ayrıca iş bulma ümidini yitiren ve iş aramayı bırakan genç sayısı 1 milyon 73 bin. İş bulabilen üniversite mezunu gençler ise muhtemelen yaygın olarak aldıkları eğitimle ilgisi olmayan işlerde çalışıyor. Zincir marketlerde çalışan gençlere bakıldığında herkes tarafından rahatlıkla gözlenebilecek bir olgu bu, ayrıca iş ilanlarına bakarak da bu tespiti yapabiliriz.

Akıllı telefonlarından başka kaybedecekleri olmayanlar

Covid-19 Türkiye’ye ulaştığında, ülke zaten ekonomik bir daralma yaşıyordu. Ancak salgının yayılımını engellemek için alınan önlemlerle birlikte Türkiye ekonomisi daha da daraldı. ILO tarafından Türkiye’de yürütülen ve geçen yıl yayınlanan, salgın sırasında gençlerin işe erişimini konu alan araştırmasına göre Türkiyeli gençlerin yüzde 77’si, mülteci gençlerin yüzde 61’i Covid-19 salgınının iş arayışlarını olumsuz etkilediğini belirtti. Bugün ise artık işsizliğin arttığını, yoksulluğun derinleştiğini görüyoruz. Barınmadan gıdaya temel insan ihtiyacını karşılamaya dönük bütün ürünlerin günden güne artan fiyatlarıyla birlikte gençlik artık çok daha dar bir alana sıkıştı. Bir taraftan ailelerine daha da bağımlı hâle gelen gençler, diğer taraftan aile ekonomisine katkı sunabilmek için kayıtdışı ekonomide daha fazla yer almak zorunda kalıyorlar. Bırakalım başka ülkeler gezip başka kültürler tanımayı; ülke içinde bile gezebilmeleri çok mümkün görünmüyor. Bununla birlikte, dışarıda arkadaşlarıyla buluşup yemek yemek, çay-kahve içmek bile birçoğu için artık birer lüks hâline geldi. Teknolojinin içine doğan bu gençlerin büyük çoğunluğunun ceplerindeki akıllı telefondan başka hiçbir şeyleri yok. Dolayısıyla akıllı telefonları aracılığı ile çeşitli sosyal medya mecralarında yoğun zaman geçirmeleri anlaşılır bir durum, zira özgürce var olabildikleri tek yer orası, çünkü toplumla bağ kurabilecekleri alanlar oldukça sınırlı.

Türkiye’nin kaybettikleri Avrupa’nın kazandıkları

Türkiye’de gençlerin yüzde 93’ü aktif biçimde internet kullanıyor. Sosyal medya kullanımı da yine gençler arasında çok yaygın. Dolayısıyla, sosyal medya platformlarına biraz göz attığımızda gençler hakkında hızlıca bir izlenim edinebiliyoruz. Gençler, hayatlarına dair pek çok şeyi, duygu ve düşüncelerini bu mecralarda paylaşabiliyorlar. Gençlerin ülke gündemine ilişkin sosyal medya paylaşımlarına ya da yine bu mecralarda yayınlanan sokak röportajlarında konuşan gençlerin söylemlerine bakıldığında Avrupa ülkelerine gitme hayalleri dikkat çekiyor. 2020 yılında SODEV tarafından yapılan ve gençleri kapsayan araştırmada gençlerin yüzde 62.5’inin; Yeditepe Üniversitesi ve MAK Danışmanlık işbirliği ile yapılan araştırmada ise yüzde 76.2’sinin yurt dışına gitmek istedikleri bilgisi paylaşıldı.

Sonuç olarak, işsizliğin artması ve eşlik eden başka toplumsal sorunlarla birlikte gençler Avrupa’ya “kapağı atmanın” peşinde. “Başarabilenler” ise “Türkiye bir öğretmen/mühendis/doktor/vs kaybetti, Avrupa bir garson kazandı” gibi ironik ifadelerle sosyal medya paylaşımları yapıyorlar. Tabii, Avrupa’ya ya da başka ülkelere gidebilmek nitelikli meslekleri olan ve iyi eğitimli sınırlı sayıda genç için mümkün olabiliyor. Dolayısıyla milyonlarcası için bu, hayalden öteye geçemeyecek bir arzu olarak kalacak. Bu durumda gençlerin kendileri için yapacağı en iyi şey, bu gerçekle yüzleşmeleri olur. Bu noktada, bireysel bir kurtuluşun Türkiye’nin ekonomik ve yönetsel sorunları nedeniyle çok mümkün olmadığını da söylemeliyiz.

Diğer taraftan, neoliberalizmin politikaları ve küreselleşme ile dünyaya yayılan bireycilik anlayışı, kendi bireysel kurtuluşuna odaklanıp Batı ülkelerine gitme arzusu/çabasıyla Avrupa kapılarına dayanan insanlarla birlikte bir paradoksa dönüşüyor. Gidebilenler açısından ise her şeyin yolunda gidip gitmediği konusu tam bir muamma, çünkü Avrupa’da bir Türkiyeli olmanın, Türkiye’de bir Suriyeli olmaktan pek bir farkı olmasa gerek. İnsanın yaşadığı toplumdan -tüm sosyal sorunlara rağmen- uzaklaşması ve başka bir topluma kenarından köşesinden dahil olmaya çalışması herkes için olmasa da çoğunluk açısından zordur. Bununla gelen “öteki” olma durumu ya da yalnızlık duygusu ekonomik meselelerin önüne geçebilir ve başka türlü bir mutsuzluğun kapısını aralayabilir. Yani mutluluğun yolu sorunlardan uzaklaşmaktan değil; onlarla yüzleşmek ve onları çözmekten geçiyor. Burada çözümün toplumsal düzeyde mümkün olduğunu belirtelim.

Kurtuluş: Sen neredeysen orada, “ben”de değil, “biz”de

Avrupa ülkelerinin günümüz toplumları içerisinde en yüksek refah düzeyine sahip oldukları bir gerçek. Ancak bu noktada, bu refahı nasıl sağladıkları konusunun emperyalizm kavramı ile birlikte ele alınması gerektiğini ve bu refahta Avrupa’nın sermaye ihraç ettiği, işgücünün ucuz olduğu; insan haklarının esamesinin okunmadığı ülkelerdeki işçilerin emeğinin olduğu gerçeğini saklı tutalım. Diğer taraftan refah düzeyinin yüksekliği sosyal sorunlarının olmadığı anlamına da gelmiyor. Nitekim, 2018 yılının Kasım ayında Fransa’da sosyal ve ekonomik sorunlara bir tepki olarak başlayan Sarı Yelekliler Hareketinin protestoları aralıklarla sürüyor. Bu sosyal sorunların yansımalarını Avrupa sinemasında da görmek mümkün. Son yıllarda yapılmış olan, İngiliz yönetmen Ken Loach’un “Ben, Daniel Blake” ve Belçikalı Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşlerin “İki Gün ve Bir Gece” filmleri bu gerçeği usta bir sadelikle yansıtıyor.

Bütün bu sorunlar bir tarafa, Avrupa’nın bu düzeyde bir refaha ulaşması öyle kendiliğinden olmuş bir şey de değil. Bugünkü refahın kökleri daha iyi koşullarda adil, eşit ve özgür yaşamak isteyenlerin mücadelelerindedir; Fransız Devrimindedir; 1830, 1848 Devrimlerindedir; 1905 Şubat, 1917 Ekim Devrimlerindedir… Avrupa halkları geldikleri bu noktada -1980’ler sonrasında kayıplarla azalan refaha rağmen- 1800’lerin ortalarında Avrupa’da dolaşan hayalete çok şey borçlu.

Türkiye’de ise, gencinden yaşlısına hepimizin isteği aynı; gelecek kaygısı duymadan geçinebilmek, temel insani ihtiyaçları karşılayabilmek, şiddetsiz ve sosyal adaletin sağlanmış olduğu huzurlu bir ülke. Rekabetin kaçınılmaz olduğu bu kapitalist sistemde bireysel kurtuluş milyonlarca insan için mümkün değil. Herkesin bireysel kurtuluşu ancak toplumsal bir kurtuluş hedeflendiğinde mümkün olabilir. Bu ise, yönetenlerin yönetilenler adına karar verdiği bir yapıyla değil; yönetilenlerin tüm politik süreçlere toplumun bir parçası olduğu bilinciyle katıldığı ve sorumluluk yüklendiği bir yapıyla gerçekleşebilir. Yani gençlerin ekonomik ve sosyal ihtiyaçları onlara öylece verilmeyecek. İş arama umudunu yitiren işsizleri, işsiz bile saymayan devlet anlayışı, gençlerin sesi yükselmediği sürece onları görmezden gelmeye devam edecek. Çünkü günümüz modern devletlerinin sosyal sorunlara yaklaşımı bu yönde. Bu yaklaşım Süleyman Demirel’in ünlü “meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz” söyleminde ete kemiğe bürünür. Dolayısıyla Z kuşağının kurtuluşu meseleleri mesele etmekten geçiyor. Eğitim, işsizlik ve yoksulluk sorunlarına karşı bir araya gelip çözüm için tüm meşru mücadele zeminlerinde varlık göstermek Z kuşağının kurtuluşunun tek anahtarı gibi görünüyor.

KAYNAKÇA

TÜİK, 2020, İstatistiklerle Gençlik, https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Genclik-2020-37242

DİSK/Genel-İş Sendikası Araştırma Dairesi, 2021, Türkiye’de Genç İstihdam, https://www.cloudsdomain.com/uploads/dosya/46648.pdf

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2021. Genç İstihdamı, https://www.ilo.org/ankara/areas-of-work/youth-employment/lang–tr/index.htm

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2021, Youth and COVID-19: Access to Decent Jobs Amid the Pandemic, https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—europe/—ro-geneva/—ilo-ankara/documents/publication/wcms_771428.pdf

Türkiye’de Gençler Ülkeden Gitmek İstiyor, 22 Ekim 2020 https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-de-gencler-ulkeden-gitmek-istiyor

Paylaş