Yoksulluk tüm toplumlarda, üzerine araştırmalar yapılan, azaltma çabası ile politikalar geliştirilen çok boyutlu bir sorundur. Tarihin her döneminde farklılık gösteren yoksulluğun geçmiş yüzyıllarla kıyaslandığında günümüzde oransal olarak azaldığını söyleyebiliriz. Ancak, Dünya Bankası’nın verilerine göre 2019’a kadar düşüş gösteren ve o yıl için yüzde 8,4 olan aşırı yoksulluk oranı covid-19 salgınının derinleştirdiği krizle birlikte küresel düzeyde artarak 2020 ve 2021’de yüzde 9,4 oldu. Bu verinin günde yalnızca 1,9 dolar altında gelirle yaşamaya çalışanları, yani en dipteki yoksulları, daha açık bir ifadeyle açlık sınırı altında yaşayanları kapsadığını hatırlatalım[1] . Buna göreli/nispi yoksulları, yani açlık sınırının üzerinde bir geliri olsa da gıda dışındaki ihtiyaçlarını yeterince karşılayamayanları da eklediğimizde, dünya nüfusunun yaklaşık yarısının yoksul olduğunu görüyoruz.

Dünya Bankası’nın 2020 yılında Yoksulluk ve Paylaşılan Refah Raporunu yayınlaması üzerine Başkan David Malpass rapora ilişkin açıklamasında salgın ve küresel ekonomik durgunluğun dünya nüfusunun yüzde 1,4’ünün aşırı yoksulluğa düşmesine neden olabileceğini belirterek 2021 yılı sonunda 150 milyon kişinin sefalete sürüklenmiş olabileceğini öngördüklerini söylemişti (World Bank Group). Dünya Çalışma Örgütü (ILO) ise benzer bir öngörüyü işsizlik üzerinden yaparak en kötü durumda 24,7 milyon kişinin küresel düzeyde işsiz kalacağını açıklamış, ancak 2021 yılında yayınlanan raporda bu sayı 33 milyon olarak belirtilmiş, 81 milyon insanın da işgücü dışında kaldığı yazılmıştı. Dolayısıyla dünyada covid-19 salgını ile birlikte yoksulluğun arttığı apaçık ortada.

Salgın sürecinin yoksulluk açısından seyri ülkeden ülkeye değişiklik gösterdi. Örneğin Almanya, vatandaşlarını salgının etkilerinden korumak ve salgının sosyal ve ekonomik etkilerini hafifletmek amacıyla Sosyal Koruma Paketi tasarladı. Bu paket esnaf ve serbest meslek sahibi olanlar için temel güvenlik, kısa süreli çalışma ödeneği, çocuk destek ödeneği, vatandaşlara destek sunanların ve sosyal hizmet sağlayıcılarının korunması, virüse karşı eşit mesleki güvenlik önlemleri gibi temel konuları içeriyordu. (Bundesministerium für Arbeit und Soziales, 2020. Akt: Birinci ve Bulut, 2020). Tabii bu, Almanya’da yoksulluk olmadığı anlamına gelmiyor. Almanya’da yoksulluk oranı 2019’da yüzde 15,9 düzeyindeydi. Ülkenin kuzeyinde ise bu oran yüzde 17,4’e yükseliyordu[2]. Amerika’da ise güvencesiz çalışan ve düşük sosyoekonomik düzeydeki kişilerin sağlık hizmetlerine ulaşmalarında sorunlar olduğu ve ayrıca Amerikan toplumunun yüzde 26’sının geçen yıl içinde ödeme güçlüğü çektiği için sağlık hizmetlerini almayı erteledikleri basına yansıdı[3]. Ayrıca, gıda bankalarına başvuranların sayısının yüzde 60 oranında arttığı, üstelik her 10 insandan 4’ünün ilk kez gıda yardımı için başvurduğu bilgisi paylaşıldı[4].

Türkiye’de yoksulların durumu

Covid-19 salgını Türkiye’ye sıçradığında, ülke ekonomisi durgunluk yaşıyordu. Salgının sosyal ve ekonomik etkileri, çalışma ve sosyal yardım alanlarında uygulamaya konan geçici önlemlerle azaltılmaya çalışıldı. Bunun için çalışma yaşamında ücret sübvansiyonları, hastalık izni için sübvansiyonlar ve işten çıkarmalara karşı önlemler alındı. İşten çıkarma, 16 Nisan 2020 tarihinde 4857 sayılı Kanuna eklenen geçici madde ile yasaklandı ve bu yasak 2021 yılının Temmuz ayında kaldırıldı. Ancak, emekçiler açısından değerlendirildiğinde olumlu gibi görünen işten çıkarma yasağı fiili olarak çalışanların gelir kaybı yaşamasını engellemediği gibi, çalışanları ücretsiz izne çıkarmak patronlar açısından işten çıkarmanın maliyetsiz bir alternatifi oldu.

NEOLİBERAL DÜNYADA DERİNLEŞEN YOKSULLUK

Bu noktada işsizlik ve istihdam oranlarını da göz önüne almak gerekiyor. TÜİK’in Nisan 2020[5] İşgücü İstatistiklerine göre mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı bir önceki döneme göre 0,7 puan artarak yüzde 13,8; istihdam oranı bir önceki döneme göre 1,6 puan azalarak yüzde 41,0; işgücüne katılma oranı ise 5,7 puanlık azalış ile yüzde 47,2 olarak açıklanmıştı. 2022 Ocak ayında ise işsizlik oranı yüzde 11,4; istihdam oranı yüzde 46,5; işgücüne katılma oranı ise yüzde 52,6 olarak açıklandı. Öte yandan DİSK Araştırma Merkezi, TÜİK ile İŞKUR’un işsizlik verileri arasında yaklaşık 1 milyon farkın olduğunu, İŞKUR’a göre Şubat 2021 ile Şubat 2022 arasında kayıtlı işsiz sayısının 325 bin kişi arttığını açıkladı. Dolayısıyla TÜİK’in verileri, gerçeği gizleme çabasıyla çarpıtılmış rakamlardan oluşuyor. Üstelik bu durum son aylarda enflasyon oranları konusunda daha da görünür hâle geldi. Nitekim, 2020 yıl sonu enflasyon oranını TÜİK yüzde 14,60; Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise yüzde 36,72 olarak hesaplamış ve bunun üzerine TÜİK farklı gerekçeler göstererek ENAG’a dava açmıştı[6].

Enflasyon ise her geçen gün yükselmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın farklı gelir gruplarının enflasyonu farklı düzeylerde yaşadığına ilişkin açıklaması çok çarpıcı. Buna göre ortalaması yüzde 89,1 olan gıda enflasyonu, Türkiye’nin en yoksul yüzde 20’lik grubunda yer alan insanlar için yüzde 131,6; en varsıl yüzde 20’lik gelir grubundaki insanlar için yüzde 65,5 düzeyine ulaştı[7]. Açlık sınırı ise asgari ücreti aşmış durumda.

Çalışmak yoksulluktan kurtarmıyor

Gelişen kapitalizm ve serbestleşme süreci içerisinde yoksullar hep yönetenlerin insafına bırakıldı ve kendi kaderlerini tayin etmeleri noktasında özne olabilmeleri engellendi. İstihdama serbest erişim konusu, bu konunun tarafları olan yoksullar ve patronlar açısından ele alındığında hiç de eşit olmayan ve çoğunlukla patron lehine sonuçlanan iş ilişkilerinin temelini oluşturdu. Zira, emekçinin satabileceği tek şey emek gücüydü ve bunun fiyatını belirlemek onun tasarrufunda değildi. Patron, karşısında yığınla emekçi dururken en düşük ücrete çalışacak olanı tercih edecektir. Emekçiler bu düşük ücretlere razı olurlar. Çünkü emekçiler çalışmak zorundalar ama patron istediği ücreti kabul edecek bir işçi bulana kadar bekleyebilir. 19. yüzyılda durum tam da böyleydi ve istihdama serbest erişimle birlikte ortaya çıkan işçi ve patron arasında iş sözleşmesi politik bir tahakküm ilişkisi içerisinde işçilere dayatıldı. Bu dayatmaya karşı yürütülen mücadeleyle birlikte Avrupa’da 1848’de çalışmayı kendini gerçekleştirmenin aracı olarak gören anlayış görkemli bir biçimde ortaya çıktı. Yani işçilerin artık talepleri vardı. Onlar asgari bir ücret, çalışma hakkının korunması, çalışma süresinin azaltılması gibi taleplerle adalet istediler. Bu süreçte insanların bu talepleri iş örgütlenmesine yönelik olmaktan ziyade erzak maliyetlerinin düzenlenmesi ve çalışmalarının daha iyi bir düzeyde ücretlendirilmesiydi.

NEOLİBERAL DÜNYADA DERİNLEŞEN YOKSULLUK

1848 yılında işsizlerin sayısının artması sonucunda çalışma hakkı ve dolayısıyla devletin herkese hak ve koruma sağlamak zorunda olduğu fikri yayıldı. Bu süreç devlete yepyeni anlamlar yükledi ve artık devlet emek ve sermaye arasındaki köprüydü. Çalışma hakkının ilanı ise devlete yaşamın her alanında büyük sorumluluklar yükledi. Bugün artık her toplumsal sorunun öncelikli muhatabı olarak devleti görmemizin altında bu tarihsel süreç var.

18. yüzyılda zenginliklerin büyüme unsuru olarak icat edilmiş olan emeğin, yani çalışmanın günümüzde herkes için yoksulluktan kurtulmanın bir aracı olarak işlev görmediği aşikâr. Diğer taraftan, teknolojik ilerlemeler sayesinde her geçen gün çok daha az insan emeği kullanarak çok daha fazla iş yapılabiliyor ya da ürün üretilebiliyor. Ancak, artan dünya nüfusuyla birlikte yoksulluk gibi işsizlik de ülkelerin en önemli sorunlarından biri hâline geliyor ve yeni istihdam alanları açma gerekliliği doğuyor. Burada bir paradoks var, makinelerin insanların yerine geçtiği ve insanların işlerini elinden aldığı bir dünyada yeni istihdam alanları yaratma çabası neden? Makineler insanlardan çok daha verimli çalışabiliyorken insanlar neden hâlâ geçimlerini sağlayabilmek için istihdam edilmek durumundalar? Bu konuya bir de çalışma koşulları üzerinden baktığımızda paradoksun derinleştiğini söyleyebiliriz (Méda, 2019).

Emeğin bu dönüşümü ile ilişkili olarak değerlendirildiğinde benzer bir paradoksun yoksulluk konusunda da var olduğu görülebilir. 2022 Küresel Eşitsizlik Raporuna göre dünyanın en zengin yüzde 10’luk kesimi küresel gelirin yüzde 52’sini alırken dünya nüfusunun yarısı yüzde 8,5 pay alıyor[8]. Daha da vahim olan ise bir taraftan pandemiyle birlikte yoksulluğun gözle görülür biçimde derinleştiği tartışılırken, diğer taraftan Forbes dergisinin yayınladığı ve dünyanın en zenginlerinin yer aldığı listede servetlerinin katlanarak arttığı görülüyor. Örneğin, listenin başında yer alan Elon Musk’ın 2020’de 24,6 milyar dolar olan serveti 2022’de 219 milyar dolara yükseldi[9].

Azaltılmaya çalışılan yoksulluk

İnsanın yaşaması için gerekli olan temel ihtiyaçlara ulaşamama ya da kısıtlı ulaşım olarak tanımlayabileceğimiz yoksulluk dünyanın en temel yapısal sorunu olarak önümüzde duruyor. Günümüz dünyasının yaygın ideolojisi olan liberalizmin, devlet aygıtını ekonomi dışına itme amacı güden ve odağına insandan ziyade ve insana rağmen ekonomik gelişmeyi ve dolayısıyla parayı koyan yaklaşımıyla yoksulluğun baş sorumlusu olduğunu söylemek gerekiyor. 18. yüzyıl sonrasında kapitalizmin bir sonucu olarak şekillenen yoksulluğu 1980’ler sonrasında gelişen küreselleşme odağında ve neoliberal politikaların bir ürünü olarak ele almak gerekir.

20. yüzyılda gelişen sosyal devletin koruyucu, düzenleyici ve gelir dağıtıcı işlevleri liberaller tarafından her zaman eleştiri konusu oldu. Liberalizmin yardım sunmaya razı olabildiği tek yoksul grubu yardımlar olmaksızın yaşamını devam ettirmesi mümkün olmayanlardı ve bunu her zaman hayırseverlik anlayışını besleyerek ve hak kavramından uzaklaştırarak yapmaya çalıştı/çalışıyor. Bunu yaparken de sorumluluğu emeğiyle geçinen kitlelerin sırtına yüklemekten geri durmuyor. Türkiye’de de AKP iktidarının 2020 yılında başlattığı “Biz Bize Yeteriz” kampanyası bunun en somut örneği. Geçiş garantili köprüler için şirketlere, Kur Korumalı Mevduat hesapları için bankalara devlet kasasından milyarlar aktaran, şirketlerin vergi borçlarını silen iktidarın, konu emekçiler ve yoksullar olduğunda topu halka atması şaşırtıcı değil aslında, neoliberalizm tam da böyle işleyen bir sistem çünkü. Ancak, bu sistemin sürdürülebilmesi için toplumda rıza üretilmesi gerektiğini de vurgulayalım. Bu rıza zaman zaman zor kullanılarak yaratılsa da, devletler sosyal sorunlar dolayısıyla toplumda huzursuzluk arttığında emekçilere ve yoksullara taviz vermek zorunda da kalır. Bu nedenle, yoksulluğun yok edilmesi söylemi yerine azaltılması söylemi liberalizmin bilinçli bir tercihidir. Ancak, dünya yoksullarının çok daha fazlasına ihtiyacı var. Victor Hugo’nun Sefiller adlı eserinde de dediği gibi “yardım edilmiş yoksullar” değil, “ortadan kaldırılmış yoksulluk” hedeflenmeli. Ancak bu hedef gerçek anlamda küresel sorunları çözebilir. Diğer taraftan bu, neoliberal anlayışın doğası gereği çözebileceği bir mesele değil. Bu noktada Bertolt Brecht’e kulak vermek lazım;

Kim tutacak elinden bitik kişi

Birleşmek zorundadır başkalarıyla

yoksulluğa dayanamayan

Birleş sen de yoksullarla durma birleş

Yarına bırakmayanlarla bu işi…

Kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden

Ya hep beraber ya da hiç birimiz.

Kaynakça

Bi̇ri̇nci, M, Bulut, T. (2020). Covıd-19’un Sosyo-Ekonomik Yönden Dezavantajlı Gruplar Üzerindeki Etkileri: Sosyal Hizmet Bakış Açısından Bir Değerlendirme. Sosyal Çalışma Dergisi, 4 (1), 62-68. Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/scd/issue/54484/733978

International Labour Organization (ILO), (2020). Covıd-19 And The World Of Work: Impact And Policy Responses, Monitor 1st Edition, https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—dgreports/—dcomm/documents/briefingnote/wcms_738753.pdf

International Labour Organization (ILO) (2021). ILO Gözlem: COVID-19 ve Çalışma Yaşamı, 7. Baskı, Güncellenmiş tahminler ve analiz 31 Ocak 2021 https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—europe/—ro-geneva/—ilo-ankara/documents/briefingnote/wcms_769693.pdf

Meda, D. (2018). Emek: Kaybolma Yolunda Bir Değer Mi?, İletişim Yayınları, İstanbul.

World Bank Group, (2020). Reversals of Fortune, Poverty and Shared Prosperity Report, https://openknowledge.worldbank.org/bitstream/handle/10986/34496/9781464816024.pdf

World Bank Group, (2021). Macro Poverty Outlook, Country-by-country Analysis and Projections for the Developing, Page:81. Worldhttps://thedocs.worldbank.org/en/doc/77351105a334213c64122e44c2efe523-0500072021/related/mpo-am21.pdf


[1] Tablo için bkz:

[2] Bkz: DW, Almanya’da yoksullukta rekor artış, 20.11.2020

https://www.dw.com/tr/almanyada-yoksullukta-rekor-art%C4%B1%C5%9F/a-55676521

Erişim Tarihi: 29.04.2022

[3] Bkz: New York Times, As Coronavirus Deepens Inequality, Inequality Worsens Its Spread, 16.03.2020

https://www.nytimes.com/2020/03/15/world/europe/coronavirus-inequality.html

Erişim Tarihi: 29.04.2022

[4] Bkz. Euronews, ABD’de yoksulluk: Pandemi nedeniyle gıda bankaları önündeki kuyruklar uzuyor, 8.12.2020

https://tr.euronews.com/2020/12/08/abd-de-yoksulluk-pandemi-nedeniyle-g-da-bankalar-onundeki-kuyruklar-uzuyor

Erişim Tarihi:29.04.2022

[5] Nisan 2020 dönemsel sonuçları Mart, Nisan ve Mayıs aylarını kapsamaktadır (TÜİK, 2020).

[6] Bkz: Cumhuriyet, TÜİK, ENAG’ın verilerinin yayınlanmaması için dava açtı, 22 Ocak 2022, https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/tuik-enagin-verilerinin-yayinlanmamasi-icin-dava-acti-1903152

[7] Bkz: DİSK-AR,Emekçinin enflasyonu üç haneli, 5 Mayıs 2022.

Emekçinin enflasyonu üç haneli!

[8] Detaylı bilgi için bkz: World Inequalıty Report 2022,

https://wir2022.wid.world/www-site/uploads/2021/12/WorldInequalityReport2022_Full_Report.pdf

[9] Bkz: The Richest People In The World,

https://www.forbes.com/billionaires/ Erişim tarihi: 06.05.2022

Paylaş