SÖMÜRGECİLİK ÜZERİNE SÖYLEM’DEN PARÇALAR*
Aimé Césaire

AİMÉ CÉSAİRE

ÇEVİRMEN: CİHAN DANSUK

* Sömürgecilik Üzerine Söylem, Uluçınar Yayınları, İstanbul, 2023

Doğurduğu sorunları çözmekten aciz bir uygarlık çökmüş bir uygarlıktır.

Can alıcı sorunlarını görmezden gelmeyi seçen bir uygarlık hastalıklı bir uygarlıktır.

İlkelerini yalan dolan uğruna harcayan bir uygarlık can çekişen bir uygarlıktır.

İki yüzyıllık burjuva yönetiminin biçimlendirdiği Avrupa ya da “Batı” uygarlığı, kendi varlığının sebep olduğu iki büyük sorunu –işçi sınıfı sorunu ile sömürge sorununu– çözemiyor. Avrupa ne “akıl”, ne de “vicdan” muhakemesinde kendisini temize çıkarabiliyor ve giderek inandırıcılığını kaybettiğinden, her geçen gün daha da iğrenç bir riyakârlığa sığınıyor.

Avrupa savunulamaz.

Göründüğü kadarıyla Amerikalı strateji uzmanları bunları fısıldıyor birbirlerine.

Ancak tek başına bir önem taşımaz bu.

Önemli olan, Avrupa’nın ahlaki ve manevi açıdan savunulamayacak olmasıdır.

Bugün Avrupa’yı bu suçla itham edenler yalnızca Avrupalı kitleler değil. Esaretin orta yerinden çıkıp gelmiş, kendilerini yargıçlık mevkiine koyan dünya çapında on milyonlarca insan da Avrupa’yı aynı suçla itham ediyor.

Sömürgeciler, Çinhindi’nde öldürmeye, Madagaskar’da işkence etmeye, kara Afrika’da hapse atmaya, Batı Hint Adalarında baskı uygulamaya devam edebilir. Ancak sömürülenler, sömürgeciler karşısında üstünlüğü ele geçirdiklerini biliyorlar artık, çünkü geçici “efendileri”nin yalan söylediğini, dolayısıyla güçsüz olduğunu biliyorlar.

Sömürgecilik ile uygarlıktan söz etmem istendiği için öteki yalanların da kaynağı olan büyük yalana geçelim hemen.

Sömürgecilik ile uygarlık?

Bu konu üzerine düşünürken en çok düşülen tuzak, sorunları kurnazca çarpıtan toplu riyakârlığa iyi niyetle yaklaşan bir alık oluvermek, hatta, daha da kötüsü, bu sorunlara sunulan iğrenç çözümleri meşru kılmaktır.

Başka bir deyişle, burada asıl önemli olan her şeyi açıkça, korkmadan görebilmek, düşünebilmek ve o ilk masum soruyu –Sömürgecilik aslında nedir? sorusunu– sorabilmektir. Önce sömürgeciliğin ne olmadığına bir bakalım. Tanrının kitabını yayma değildir sömürgecilik. Hayırsever bir girişim olmadığı gibi cehaleti, hastalığı ve despotizmi ortadan kaldırma arzusu da değildir. Ne Tanrının yüceliği için üstlenilmiş bir görev, ne de adaleti yaymaya çalışmaktır. Sonuçlarından çekinmeden şunu kabul edelim. Burada serüven düşkünü ile korsan, toptancı ile gemi sahibi, altın arayıcısı ile tüccar, hırs ile şiddet ve bunların tümünün ardında duran, tarihin bir uğrağında düşman ekonomilerinin rekabetini iç sebepler yüzünden dünyaya yaymaya kendini zorunlu hissetmiş, şeytani karanlığıyla uygarlıktır her şeyi başlatan.

* * *

Bu konu açıklığa kavuştuğuna göre, farklı uygarlıkların birbirleriyle iletişim kurmalarının sağlanmasının, farklı dünyaların harmanlanmasının muhteşem bir şey olduğunu, kendine has özellikleri ne olursa olsun, içine kapanan uygarlıkların köreleceğini, her bir uygarlık için birbirleriyle kurulan ilişkinin soluk alıp vermek demek olduğunu, Avrupa’nın en büyük şansının bir kavşak noktası olması olduğunu, bütün düşüncelerin kaynağı, felsefenin yuvası, duyguların buluşma yeri olduğundan Avrupa’nın enerjinin yeniden dağılımı için en uygun yer olduğunu kabul ediyorum.

Sonra soruyorum kendime, sömürgecilik uygarlıklar arasında gerçekten iletişim sağladı mı? Ya da şöyle de sorulabilir soru, binlerce yöntem arasında uygarlıkların iletişim kurmalarının en iyi yöntemi sömürgecilik miydi?

Yanıtım ise hayır.

Sömürgecilik ile uygarlık arasında aşılamaz bir mesafe vardır. Sömürgeler kurmak üzere çıkılan bütün keşif seferlerinin, kaleme alınan sömürge yasalarının, koskoca bakanlıkların yaptığı bütün yazışmaların birinden bile tek bir insani değer çıkamazdı.

* * *

İşte bu yüzden, yoldaş, yalnızca sadist sömürge valilerini, açgözlü bankerleri, işkenceci sorgu yargıçlarını, falakacı sömürgecileri, çek yalayıcı ahlaksız siyasetçileri, uşak ruhlu yargıçları değil, para ve ahmaklık içinde yüzen nefret dolu gazetecileri, öfkeli akademisyenleri, fizikötesine dalan etnografyacıları, Belçikalı haddini bilmez ilahiyatçıları, Nietzsche’nin uyluğundan doğmuş kokuşmuş geveze aydınları, babacıları, kucakçıları, ayartıcıları, sırt sıvazlayıcıları, egzotizm düşkünlerini, kafatasçı biyologları, tarım sosyologlarını, üç kâğıtçıları, hilebazları, içi boş sanatçıları, sahtekârları da, aynı biçimde ve aynı nedenle, gururla, bilinçle, şaşmadan düşman sayacaksınız. Genel olarak, Batı burjuva toplumunu savunmak için görevlerini utanç verici bir iş bölümü içinde gerçekleştirerek ilerleme kuvvetlerini bölmek için –ilerleme olasılığını yadsımak anlamına bile gelse bu– çeşitli yollar deneyen ve rezilce şaşırtmacalara başvuran herkesi, kapitalizme alet olanları, gizli gizli ya da açık açık yağmacı sömürgeciliği destekleyenleri, dolayısıyla da devrim hareketinin şiddetinden sorumlu, içi nefret dolu bütün köle tüccarlarını düşmanınız sayacaksınız.

Ortalığı karıştıran, dolap çeviren herkesi, düzenbazları, hilekârları, boş işlerle uğraşanları süpürüp atın. Bu beylerin iyi niyetli mi, kötü niyetli mi olduğuna bakmayın. Kendi başlarına –yani Peter ya da Paul’un özel vicdanı bağlamında– sömürgeci olsalar da olmasalar da bu kişilerin gayet sorunlu öznel inançlarının sömürgeciliğin bekçi köpekleri olarak yaptıkları şeytani işin nesnel toplumsal etkileri açısından hiçbir önemi yoktur çünkü; budur asıl önemli olan.

1950

SÖMÜRGECİLİK ÜZERİNE SÖYLEM’DEN PARÇALAR*
Paylaş