Emperyalizm ve sermaye çevreleri 1970’lerin ikinci yarısından başlayarak dünyada neoliberal kapitalist politikaları uygulamaya başladı. Bu amaçla Türkiye, Şili ve Endonezya gibi ülkelerde birtakım darbeler tertiplendi ve toplumsal muhalefet boğularak neoliberalizmin önü açıldı. İşçileri kölelik koşullarında çalıştırdılar, çalıştırmaya devam ediyorlar. Emperyalist seviyeye, yani kapitalizmin son aşamasına ulaşmış ülkeler, iç çelişkilerini dışarıya taşıyarak kendi işçi sınıfları ile sermaye arasındaki çelişkiyi olabildiğince görünmez hâle getirdiler.
Bu dönemde dünyada çalışma sistemine yeni kavramlar eklendi. Emperyalizm nasıl ki askerî ve politik operasyonları için Afganistan’da El Kaide’yi, Suriye’de IŞİD’i kullanıyorsa neoliberal politikalar çerçevesinde de “outsourcing” (işi dışarıya, başkasına yaptırma), “sub-contracting” (taşeron kullanma) gibi kavramları çalışma hayatımıza soktu. Bu süslü kelimeler aslında acı ilacı yutturmak için kullanılan tatlandırıcılar gibiydi.
Ülkemizde de 1980 askerî darbesi ile uygulamaya konulan neoliberal politikalar, çalışma hayatını alt üst etti. Sermayenin çıkarları doğrultusunda hayat bulan bu politikalar yıllar boyunca emekçilerin elindeki hakları budamaktan, işçileri sendikasızlaştırmaktan, sendikaları etkisizleştirmekten; işçileri, kadınları, gençleri, emeklileri her geçen gün yoksullaştırmaktan ve yoksunluğa mahkûm etmekten başka bir işe yaramadı. Aynı neoliberal politikalar sermaye sınıfını palazlandırdı, zengini daha zengin yaptı, sermayenin sömürüsünün önündeki bütün engelleri kaldırdı. Kuralsızlaştırmalarla ve yasal değişikliklerle sermaye birikiminin en acımasız türünün önü açıldı, özelleştirmelerle kamu varlıkları sermayeye devredildi, ekonomik büyüme dönemlerinde kârlar özelleştirildi ve kriz dönemlerinde zararlar kamulaştırıldı. Yani kâr üç-beş kişinin cebine giderken zarar hepimizin zararı oldu. Ülkemiz bu dönemde sermaye için dikensiz gül bahçesi yapıldı.
Ama neoliberalizmin alametifarikası, kelimenin tam anlamıyla kapitalistleri hızla zenginleştirecek, işçileri hızla yoksullaştıracak bir mekanizma yaratmasıydı. İşte bu politikaların sonucunda, dünya servetinin önemli bir bölümü birkaç zenginin elinde toplandı. Dizginsiz neoliberal politikalar bazı kişileri, yanlış okumadınız kişileri, bazı ülkelerden daha zengin yaptı.
Bu süreç Türkiye’de de gayet kapsamlı şekilde planlandı ve uygulandı. Siyasi partilerin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin bütün itirazlarına ve karşı durmalarına rağmen Türkiye genel anlamda bu politikalara teslim olmaya zorlandı. Cumhuriyetin başından bu yana sömürü çarkı içerisinde ortaya çıkan zenginlere, son yıllarda, bu dizginsiz neoliberal politikalar sayesinde, türedi zenginler eklendi.Bunun da ötesinde bu zenginler bu dönemde servetlerine servet eklediler. Neoliberal dönemimizin zengin sevici, mülkperest iktidarları vergileri halktan toplayıp teşvikleri bu servet sahiplerine dağıttı. Bugünkü yoğun ekonomik kriz döneminde bile halktan toplanan vergilerin kendilerine transfer edilmesi ile zengin olan bu servet sahiplerinin benzerlerine ancak birkaç ülke vergi koyabildi. Ülkemizde de ekonomik krize geçici de olsa çözüm yaratabilecek olan servet vergisi uygulanmalıdır.
Elbette ki genel anlamda kapitalist üretim tarzında işçilerin artık üretimine el koyan bu zenginleri zenginliklerinden arındırmak zorunlu bir mesele olarak önümüzde duruyor. Ancak, bununla birlikte varlıkları ile ülkenin dış borcunu kapatabilecek, belki de varlıklarına servet vergisi konulsa işçiler, emekçiler ve yoksulların çalışma ve yaşam koşullarını daha da iyileştirecek, memlekette yoksulluğa bir nebze de olsa çözüm getirebilecek serveti elinde tutan zenginlerin, servetleri çerçevesinde vergilendirilmesi şart.
Kıt kanaat geçinen emekçiler,her gün daha da varsıllaşan zenginler!
Geçenlerde Ekonomist dergisi bu neoliberal politikaların sonuçlarını ortaya koyan bir araştırma yayınladı. Ekonomist dergisinin bu çalışmasıyla bizler de her geçen gün işçilerin alın terine, halkın vergilerine el koyarak servetlerine servet katan Türkiye zenginlerinin listesini bir kere daha gördük. Yapılan hesaplama gelirlerine göre değil de biriktirdikleri servetlerine göre hesaplandı.
Araştırmanın adı “En Zengin 100 Araştırması”. Dergi bu yıl bu araştırmanın yirmincisini gerçekleştirdi. Biz de bu listeye bakıp bu listede yer alan zenginlerle ilgili neler var neler yok diye incelerken sendikal dünyada, işçinin evreninde ilk akla gelen soruları soruyoruz. Bu zenginler bu büyük servetleri elde ederken fabrikalarında çalışan işçilerin hakları ne durumdaydı? Nasıl oldu da bu elli yıllık neoliberal çağda bu insanlar bu kadar zenginleşti? Alın teri ile, emeği ile çalışan, çalmayıp çırpmayıp başkasının emeğine göz koymayan, başkalarını sömürmeyen sade ve onurlu insanlar kıt kanaat geçinirken bu zenginler nasıl varlıklarına varlık katmışlar?
Listeye bakıldığında ilk akla gelen, gazetelere yansıyan, kamuoyunun gündemi olan soruları soralım. Bu servetler, şirket, holding sahiplerinin zenginlikleri nereden geliyor, onlar zenginleşirken işçiler neler yaşıyor, iki örneğe göz atarak ilerleyelim. Listenin başlarında yine Türkiye’nin bilinen zenginleri Koç ve Sabancı aileleri var.
Elbette ki Koç ailesi denince akla hemen Tüpraş’taki grev yasakları geliyor. Grev yasakları nedeniyle toplu sözleşme hakkının kısıtlanması geliyor. Yıllar içinde Tüpraş işçisinin haklarının ve ücretlerinin nasıl budandığı geliyor.
Burada belirtmek gerekir ki, neoliberalizm öyle saptırılarak sunulan cinsten, hükûmetlerin hiçbir şeye müdahale etmedikleri bir düzen değildir. Bakmayın siz neoliberalizmin kurucu babalarının hiç kimse hiçbir şeye müdahale etmesin, “piyasa kendi kendine işler” dediğine. İşin özü hiç de öyle değil. Yukarıda belirtmiştik, neoliberalizmin temel hedeflerinden biri sendikaları yok etmek, işçilerin örgütlü gücü olan sendikaları etkisiz hâle getirmektir. İşte Koç Grubunun/Koç Ailesinin de temel hedeflerinden biri, etkisi altındaki hükûmete grevleri yasaklatmak ve bu sayede kârına kâr katmaktır. Sermaye sahipleri, neoliberal politikaları benimseyen, grevleri yasaklayan ve sermaye lehine piyasaya müdahil olan hükûmetleri her zaman hoş karşılamıştır.
Hadi geçelim listenin iki numarasına, bir başka zengin aileye, Sabancı ailesine. Sabancı ailesine ait Türkiye’nin ikinci büyük havayolu şirketi Pegasus Havayollarında işçilerin sendikal örgütlenme mücadelesini hepimiz hatırlıyoruz. Neoliberal kapitalizmin en temel önermesi olan işçi ücretlerine yapılan baskı ve düzensiz çalışma çerçevesinde üç kuruşa, düzensiz saatlerde çalışan Pegasus işçileri 2021 yılı başlarında sendikal örgütlenme çalışması başlattılar. Bundan kısa sürede haberdar olan Pegasus yönetimi hiç zaman geçirmeden 100 kadar işçiyi işten attı. Elbette ki işçiler eylem yaptı, haklarının peşinde koştu, firmaya dava açtılar. Ancak, memlekette adaletin vaktinde gelmediğini hepimiz biliyoruz. Pegasus şirketinde 2021 yılında sendikaya üye oldukları için işten atılan işçiler daha yeni, Aralık 2023’te, davayı kazandıklarını öğrendiler. Henüz işlerine geri dönemediler, işyerinde çalışamıyorlar, ama gelecek kuşaklar için bir mücadele kıvılcımı yakmış oldular.
Bu yazıda ancak ilk iki zengin ailenin sadece basına yansıyan ve dikkatimizi çeken hak ihlallerine değindik. Listenin diğer isimleri başka yazıların konusu olacak. Şunu da belirtmek gerekir ki, kapitalizmin bu son dönemine damga vuran neoliberal politikalar toplum tarafından, yani geniş halk kitleleri tarafından kabul görmüyor. Yıllardır uygulanan bu neoliberal politikalara karşı siyasi partilerin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin güçlü itirazlarını ve eylemlerini görüyoruz ve göreceğiz.