NURDAN BÜRÜNGÜZ
Yıl 1988. Evli ve iki çocuk babası öğretmen Hüsnü, bir köy okulundan İstanbul’a tayin oluyor. İlk işi bir ev tutmak. “Okula yakın bir ev bulur muyum?” diye soruyor okulun hademesine. “Burda evler 600 dolardan başlıyor” diye cevap veriyor hademe. Uzakta, aylık kirası 50 bin lira olan bir gecekondu kiralıyor Hüsnü öğretmen. Okula dolmuşla gidip geliyor. Günlük yol masrafı 1.200 lira. Yalnızca ekmek almak için bile günlük 800 liradan aylık 24 bin lira harcaması gerekiyor. Maaşı ise 141 bin lira. Yaşam maliyetleri çok yüksek, ücreti çok düşük. Önce dolmuşa binmekten vazgeçiyor. Yürüyerek gidip gelmeye başlıyor. Çok yoruluyor… Gelir getirecek ek işler yapmak zorunda kalıyor. Hayatının dengesi bozuluyor. Baş edemiyor, akıl sağlığını kaybediyor.
1988 yılının ilk altı ayında asgari ücret 74 bin 250 lira, ikinci altı ayında ise 126 bin liraydı. Aynı yıl, enflasyon yüzde 73,7 seviyesindeydi. Yeni dünya düzeni sefaleti, asgari koşullarda düşe kalka yaşamayı normalleştiriyordu. Sosyal eşitsizlikler giderek arttı.
Hüsnü, 1988 yapımı Kartal Tibet’in yönettiği “Öğretmen” filminin baş karakteriydi. Bu karakteri oynayan ise Kemal Sunal’dı. Bu filmden bir yıl önce, 1987’de “Kiracı” adlı filmde yine geçim sıkıntısı çeken bir memuru canlandırmıştı. Dönemin ekonomi politikalarını eleştiren çokça film yapıldı 1980’li yıllarda. O yıllara 2025’ten bakınca teknolojik gelişmelerin getirdiği yenilikler dışında pek bir fark yok gibi görünüyor. Geçim sıkıntısı toplumumuzun çok büyük bir kısmının iyi bildiği bir kavram. Geçim sıkıntısı çekerek yaşamak geniş kitlelerin normali artık. Ancak tahammül edilebilir seviyeyi her geçen gün aşıyor.

Örgütlenmeye zorlayan bir düzen
Enflasyon Araştırma Grubu ENAG’a göre 2024’te yıllık enflasyon yüzde 83,40 arttı. Ocak 2024’te 17 bin 2 TL olan asgari ücrete Temmuz ayında zam yapılmamıştı. Ocak 2025’te ise yüzde 30 oranında artış yapıldı ve asgari ücret 22 bin 104 TL oldu. Kamuda ise memur ve memur emeklilerine yüzde 11,54; SSK ve BAĞKUR emeklilerine yüzde 15,75 oranında zam yapıldı. Türkiye’de çalışanların yüzde 80’inden fazlası asgari ücrete yakın maaşlar alırken asgari ücret bile alamayan milyonlarca işçi var. Peki nasıl yaşıyor bu insanlar? Bir de barınmanın, maliyetleri nedeniyle bir kriz hâline geldiği de göz önüne alınınca kiracılar açısından yaşamak hayatta kalma mücadelesine dönüşmüş durumda.
Endeksa’ya göre İstanbul’da ortalama konut m2 birim kirası Ocak 2025 itibarıyla 258 TL. Bu 70 m2 bir evin kirasının ortalama 18 bin TL olduğu anlamına geliyor. Kiralık konutların en ucuz olduğu semt, adı çoğunlukla yoksul göçmenlerle anılan Esenyurt ve burada ortalama kira 16 bin 69 TL. Genel İstanbul ortalaması ise 25 bin 539 TL. Yani İstanbul’da kendinize ait bir eviniz yoksa asgari ücret düzeyinde bir gelirle yaşamak imkânsız.
Hanede en az iki kişi çalışırsa karın tokluğuna bir yaşam ancak mümkün olabiliyor. Yani bu, şu demek; görece iyi gelir getiren bir işiniz/mesleğiniz yoksa tek başına bir ev tutup yaşayamazsınız. Ya aile yanında kalmak, ya da ev arkadaşı bulmak durumundasınız. Böylece diğer hane üyeleri ile sırt sırta vererek kira, fatura, gıda, vergi giderlerini birlikte ödeyerek yaşamınızı sürdürebilirsiniz.
Burada büyük bir ironi var. Sokakta, okulda, işyerinde bir araya gelmemizi, dayanışmamızı istemeyenler mesele ev içi sorunlar ve ev ekonomisi olduğunda en yakınlarımızdan destek alınmasını salık veriyor. Türkiye’nin sosyokültürel yapısı zaten buna o kadar uygun ki. İnsanlar her açıdan türlü zorluklar barındıran bu dönemde bir arada durarak, dayanışarak ayakta kalmaya çalışıyor. Aslında bu zorluklar topluma kitlesel olarak örgütlenmek ve yurttaş olarak hak edilen insanca koşulları yaratmak gerektiğini gösteriyor. Başka da çare yok zaten.

Zenginler ve vergi adaletsizliği
Ve bütün bunlar olurken zenginler hiç konuşulmuyor. Nasıl büyük paralar kazanıyorlar? Nasıl bir evde, nasıl bir lüksün içinde yaşıyorlar? Ekonomik kaygı yaşamamak nasıl hissettiriyor? Hayatları yalılarda, korunaklı villalarda geçen pembe dizilerdeki gibi mi gerçekten? Yani paraları çok da huzurları yok mu mesela!? Peki servetlerini korumak için yoksulların geçim mücadelesine benzer bir mücadele veriyorlar mıdır?
Tam bu noktada OXFAM’ın 2023 tarihli raporu çok ilgi çekici. Diyorlar ki “çoklu krizlerin içindeyiz. Son 25 yılda yoksulluk ilk kez artış gösterdi. Aynı zamanda bu çoklu krizlerin kazananları da var. En zenginler çarpıcı biçimde zenginleşti ve kurumsal kârlar rekor seviyelere ulaşarak eşitsizlikte patlamaya yol açtı”. Aynı zamanda OXFAM, multi milyonerler ve milyarderler yüzde 5’e varan düzeyde vergilendirilse bir yılda elde edilecek 1.7 trilyon dolar ile 2 milyar insanın yoksulluktan kurtarılabileceğini ve açlığı bitirecek bir küresel politikanın finanse edilebileceğini söylüyor. Bahsi geçen para aklımızın alamayacağı kadar çok. Devlet mekanizmasının ekonomi dışına itilmesi ve ekonomi alanının zenginlerin kontrolünde olması liberal ekonomik modelin ana hedefiydi. Bu, gücü sermayelerine dayanan zenginler ve bu “gücün” minik bir parçasına sahip olmak isteyen devlet erkânının işbirliği ile gerçekleşti. Yani halkların karşısında kendisi örgütlü olan ama toplumun örgütlenmesini istemeyen bir güç var. Bunu anlamak için patron örgütleri ile işçi örgütlerini/sendikalarını sayıca karşılaştırmamız yeterli.
Öte yandan, Türkiye’den, kimilerinin aynı soyadını taşıdığı 27 isim, milyar dolarlık servetleri ile dünyanın en zenginleri arasında yer alıyor. Örneğin, birinci sıradaki Murat Ülker’in serveti 5.1 milyar dolar. Buna rağmen Ülker’in sahibi olduğu Yıldız Holding son üç yıldır vergi ödemedi. Buna benzer şekilde çok zengin olup vergi vermeyen ya da çok düşük düzeyde vergi veren şirketler/holdingler var. Ülkedeki vergi yükü emekçilerin sırtına yüklenmiş durumda. Daha maaşı almadan ödenen vergi bir yana, emekçiler aldıkları üç kuruş maaşı harcarken yani fatura öderken, çarşı-pazar alışverişi yaparken de vergi vermeye devam ediyor. Hâl böyle olunca zenginlerin oransal olarak daha az vergi ödedikleri gerçeğiyle yüzleşmek adalet duygusunu sarsarken sınıf öfkesini de artırıyor.
Toplumun gerçek ihtiyaçları
Pahalılık, yoksulluk ve sosyal adaletsizlikler bu ülkenin en temel sorunlarıdır. Geri kalan sosyal sorunları üreten de bu sorunlardır. Acilen ihtiyacımız olan şey ise halkın sosyal ve ekonomik sorunlarına kalıcı çözümler üretmektir. Ancak bunu yapmak yerine politika yapma yetkisini pazarlık aracı olarak kullanan iktidar, halkın acil ihtiyaçlarını çözmek yerine sabretmelerini öğütlüyor. Ana muhalefet partisi lideri Özgür Özel ise toplumun güncel sorunlarına ilişkin tepkisini bir konuşmada iktidara kırmızı kart göstererek veriyor. İktidar ise her zaman olduğu gibi Özel’in haklı söylemler içeren konuşmasından ziyade protesto şeklini alaya alarak dikkat dağıtıp anlamsız, içi boş tartışmalar yaratmaya girişiyor. Oysa benzerleri daha önce de yaşandı. Görüyoruz ki muhalefet bundan ders almadığı gibi toplumsal sorunların acil çözümüne yönelik gerçekçi adımlar atmaktan imtina ediyor.
Bu noktada son yerel seçimlerde en çok oyu alarak birinci parti olan, buna rağmen hâlâ ana muhalefet partisi olarak yoluna devam eden CHP’nin artık silkelenmesi ve erken seçim seçeneğini masaya yatırması gerekir. Aksi hâlde seçim sonrası yarattığı hayal kırıklığını telafi etmenin başka yolu yok. Eğer ki bu toplum umudunu seçimlere bağladıysa -ki zorbalıkla halkı sindirdiği ve sokaklardan el çektirdiği aşikâr- o hâlde erken seçim yapılmasını sağlamak CHP’nin boynunun borcudur. İstibdat rejimine karşı ilerici, aydın, cumhuriyet değerlerini savunan, yoksulluktan beli bükülen, haksızlıklara tahammül edemeyenlerin oyunu alarak uzun yıllardan sonra ilk kez seçimlerden birinci parti olarak çıkan CHP bunu tüm topluma borçludur. Ancak süreç böyle devam ederse “bağımsız bütün laik demokratik sosyal cumhuriyet hedefinde birleşen güçler” bir noktada iktidar olmanın yolunu mutlaka bulacaktır.