YURİ AFONİN*

ÇEVİRMEN: FATMA ŞENDEN ZIRHLI

* Rusya Federasyonu Komünist Partisi RFKP Başkan Yardımcısı

9 Aralık 2022 tarihinde Nijniy Novgorod’ta yapılan Bilim Konferansındaki konuşma

Rusçadan Almancaya çeviren: Jutta Schölzel / Junge Welt

https://www.unsere-zeit.de/rueckkehr-des-sozialistischen-modells-4775605/

KÜRESEL KAPİTALİZM İFLAS ETTİ

RUSYA’DA YENİDEN SOVYETLEŞTİRMEYE İHTİYAÇ VAR

SOVYETLER BİRLİĞİNİN 100. YILI SOSYALİST MODELİN GERİ DÖNÜŞÜ

Kasım ayı ortasında gerçekleşen Parti Genel Kurulumuz, çağımızın en önemli özelliklerini ve görevlerini derinlemesine analiz etti ve şunları tespit etti: neoliberal küreselci kalkınma modelinin iflası; taraftarlarının başarısız olan soyguncu kapitalist dünya hükûmet modelini askerî de dahil olmak üzere her türlü yöntemle ayakta tutma arzusu; sosyalist mirasın önemi ve günümüzün zor koşullarında ona acilen geri dönme ihtiyacı.

30 Aralıkta yüzüncü yılını kutladığımız Sovyetler Birliğinin eşsiz deneyimi, bu zor zamanlarda her zamankinden daha önemli ve güncel. Bunun en ikna edici kanıtlarından biri, sosyolojik anketlerde ortaya çıkan kitlelerin duyarlılığı. Kitlelerin her geçen yıl giderek daha fazla Sovyet yanlısı hâle geldiği ortaya çıktı.

Toplumumuzun Sovyet dönemine karşı tutumu üzerine yapılan son geniş kapsamlı kamuoyu yoklamalarına göre, nüfusun dörtte üçü Sovyet dönemini Rusya tarihinin en iyi dönemi olarak görüyor. Yalnızca yüzde 18’i bu değerlendirmeye hiç katılmıyor. Ankete katılanların yüzde 65’i kayıtsız şartsız SSCB’nin dağılmasından dolayı üzüntü duyuyor. Yine aynı oranda katılımcı, dağılma önlenebilirdi diye düşünüyor.

Bu tür duyguları kesinlikle reddedenler, bunları yalnızca Sovyetler Birliğinde büyümüş ve çocukluk ve ergenlik dönemlerini hatırlayan insanların nostaljisine dayandırmaya çalışıyorlar. Ancak bu yüzeysel ve taraflı bir yorumdur. Aslında gençler, daha doğrusu 20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başlarında doğmuş olanlar ve Sovyet sonrası, kapitalist Rusya’da büyüyerek eğitim görmüş olanlar arasında Sovyet tarihine olan ilginin ve onun olumlu değerlendirilmesinin artması gerçeğiyle çelişiyor. Daha yaşlı neslin Sovyet gelişim modeline ilişkin görüşlerinin analizi, onların bu modeli, yalnızca nostaljik duygulara bağlı öznel nedenlerle değil, en uygun model olarak kabul ettikleri sonucunu veriyor.

Günümüz Rusyasının yurttaşlarının Sovyet dönemi hakkında ne düşündüklerinden bahsederken en önemli kazanımlar olarak daha çok toplumsal alandaki kazanımların dile getirildiğini vurgulamalıyız. Ankete katılanların neredeyse yüzde 60’ı sıradan insanlar için sosyal yardımları birinci öncelik olarak görüyor. Yüzde 40’tan fazlası ekonomik başarıları ve işsizliğin olmayışını belirtiyor. Üçte birden fazlası, insanların yaşamlarındaki sürekli iyileşmeye ve Sovyetler Birliğinin en ileri bilim ve kültüre sahip olduğu gerçeğine işaret ediyor. Bu, Sovyet ve Sovyet sonrası sosyal, ekonomik ve ahlaki deneyimlerin doğrudan karşılaştırmasının bir sonucu olarak sadece ve tamamen nostalji değil, aslında o dönemin nesnel sistem avantajlarına ilişkin güvenilir bir sonuca götüren bir karşılaştırma.

Temel gerçekleri ve verileri karşılaştırıp analiz edebilen herkes, Sovyet tarihinin sosyalist hükûmet ilkelerinin erdemleri ve ulusal zenginliğin adil dağılımı konusunda ikna edici kanıtlar sağladığı sonucuna varır.

Son on yılda, ekonomimiz yılda ortalama yüzde 1’den fazla olmayan bir oranda büyüdü. Öte yandan, SSCB ekonomisi, var olduğu ilk otuz yıl boyunca, mali ve üretken temellerinin kurulduğu dönemde, yılda ortalama yaklaşık yüzde 14 oranında büyüme kaydetmişti. Bu, dünyadaki başka hiçbir ülkenin tekrarlayamayacağı bir sonuçtur.

Devrim öncesi kapitalist Rusya’dan ve bugünkünden farklı olarak, SSCB aynı 30 yılda sanayi üretimini 13 kat artırdı. ABD ise yalnızca iki kat ve İngiltere yüzde 60 oranında artırdı.

İlk Sovyet beş yıllık planı sırasında 1.500’den fazla sanayi işletmesi kurulmuştu. Bunların arasında Dneproges, Ural-Kuznetsk Metalurji Birliği, Stalingrad ve Harkov Traktör Fabrikaları, Moskova ve Gorki Otomobil Fabrikaları gibi devler vardı. Aynı dönemde Türkistan-Sibirya Demiryolunun yapımı da tamamlandı. SSCB’deki ağır sanayi neredeyse üç kat, makine yapımı dört kat büyüdü. Sanayi üretiminin yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 15’ti ve işgücü verimliliği neredeyse üçte bir oranında arttı.

Savaş öncesi dönemin beş yıllık planlarında 9.000 büyük sanayi kuruluşu kuruldu. Brüt üretim, 1913’e kıyasla neredeyse sekiz kat arttı. Yeni sanayiler; takım tezgâhı yapımı, traktör yapımı, kimya endüstrisi ve uçak yapımı, kelimenin tam anlamıyla yoktan yaratıldı.

Yüzlerce yeni şehir ortaya çıktı —Komsomolsk-Amur, Magnitogorsk, Elektrostal ve diğerleri. Dinyeper hidroelektrik santrali tek başına Çarlık Rusyasındaki tüm elektrik santrallerinden daha fazla enerji üretti. Magnitogorsk, Kuznetsk ve Makeyevka’daki üç fabrika, Çarlık İmparatorluğu sanayiinin toplamı kadar demir üretti.

Faşizme karşı mücadelede ülkemizin verdiği büyük kayıplara rağmen, zaferin ardından ülke ekonomisi hızla toparlanmakla kalmadı, aynı zamanda muazzam bir büyüme kaydetti. Savaş sonrası ilk beş yılda, Sovyetler Birliği 6.000’den fazla sanayi ve enerji tesisini işletmeye aldı. SSCB, Amerika Birleşik Devletlerinin ekonomik üstünlüğüne kendinden emin bir şekilde meydan okudu. Orada milli gelirin büyüme oranı yılda yüzde 3’ün altındaydı, ülkemizde yüzde 4’ün üzerindeydi. Sanayi üretimi ABD’de yıllık yüzde 3’ün altında, Sovyetler Birliğinde ise yüzde 5’in üzerinde büyüme kaydetti. 1960’larda dünyadaki her dört bilim insanından biri SSCB vatandaşıydı.

SOVYETLER BİRLİĞİNİN 100. YILI SOSYALİST MODELİN GERİ DÖNÜŞÜ

Devasa ekonomik başarıları aynı derecede etkileyici sosyal sonuçlar izledi. Sovyet ekonomisi yalnızca işsizliği tamamen ortadan kaldırmayı değil, aynı zamanda herkese mesleğinde bir iş garantisi vermeyi olanaklı kıldı. Bu tarihî başarı, özellikle yeni şirket sayısındaki hızlı büyüme ve üretim kapasitelerindeki sürekli artıştan kaynaklanıyordu.

Nüfusbilim uzmanlarının bilgilerine göre, ortalama yaşam beklentisi son 30 yılda yalnızca 1,5 yıl arttı. Son yıllarda yavaş artış hatta düşüşe dönüştü, yani son üç yılda sembolik nüfus artışının yerini neslin tükenmesi aldı. Bu dönemde, Rusya’nın yerli halkının sayısı iki milyon azaldı. SSCB, 1970’lerin başında ortalama yaşam beklentisinde yalnızca ABD’nin değil, önde gelen Avrupa ülkelerinin çoğunun da önündeydi. Bu arada, 20. yüzyılın başında Rusya’da insan ömrünün Amerika’dakinden ortalama 17 yıl daha kısa olduğu da belirtilmelidir.

27 milyon Sovyet vatandaşının hayatını kaybettiği savaş yılları haricinde, Sovyet dönemi Rusyasında sürekli ve hızlı bir nüfus artışı yaşandı. Büyük Vatanseverlik Savaşından önce, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti sınırları içinde 111 milyon insan yaşıyordu. Ve bu sayıya zaferden on yıl sonra yeniden ulaşıldı. 1980’li yılların başlarına kadar, Rusya’nın nüfusu savaş öncesi döneme kıyasla neredeyse 40 milyon artmıştı, bu sayı 20. yüzyılın başlarındaki sayının iki katıydı.

Bu kazanımları Sovyet sonrası otuz yılın sonuçlarıyla karşılaştıranların vardığı sonuçları sadece nostaljik duygulara indirgemek adil değil.

Mantıklı her insan, 20. yüzyılın ikinci yarısında neden RSFSC’nin payına dünya üretiminin onda birinin, SSCB’nin payına beşte birinin, sosyalist topluluk ülkeleriyle birlikte yüzde 40’ının, bugünün Rusyasının payına ise neden yüzde ikiden azının düştüğünü merak etmekten kendini alamaz. 1990’lı yılların başından itibaren kronik bir kriz içinde olan iç ekonomimizin gerilemesinin sonuçlarının üstesinden gelmeyi son otuz yıldır niçin başaramadık? Neden hâlâ eksik finanse ediliyor, teknolojik olarak geri ve verimsiz? Sovyet iktidarının ilk günlerinde aşılmış olan sorunlarla neden başa çıkamıyor? Bu soruların kaçınılmaz cevabı nostaljik duygularda değil, temel mantıkta yer alır.

Aynı zamanda hayal kırıklığı yaratan ama bir o kadar da kaçınılmaz bir sonuca daha varıyor: Sosyalist gelişmenin reddedilmesinin ardından ülkemizde kendini kabul ettiren ekonomik sistem, ilkesel olarak yurttaşların refahını sağlayabilecek durumda değildir. Bugün 20 milyondan fazla insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve asgari ücret konusunda ülkeler arasında altıncı onda birlik dilimde (onluk grup) yer alıyoruz.

Çocuklu ailelerin neredeyse dörtte birinin ve çok çocuklu ailelerin yarısından fazlasının yoksulluk içinde yaşamasını, yoksullaşmanın onlarca milyon insanı borç tuzağına sürüklemesini kabul edemeyiz. Bugün bankalardan kredi kullanan Rusların 100 milyon doları bulan kredi borcu neredeyse federal bütçenin hacmine ulaşmış durumda. Çünkü ülkemiz gayri safi yurt içi hasılanın milyarderlerin toplam servetine oranı olan GSYİH’nın yüzde 36’sı oranıyla dünyada birinci sırada yer alıyor. 21. yüzyılda Rusya’nın, sayıları birkaç yüz dolar milyonerinin toplam sermayesinin diğer tüm yurttaşların toplam banka mevduatından fazla olduğu dünyadaki tek ülke olmasını kabul edemeyiz.

Bütün bunlar sadece yaygın bir yoksulluğa, ulusal zenginliğin son derece eşitsiz dağılımına ve kullanımının sonuçlarına işaret etmiyor. Bu, toplumun dış tehditlerle yüzleşmek için mümkün olduğunca birlik olunması gerektiği günümüzde iki kat daha tehlikeli olan bir toplumsal bölünme yaratıyor.

20. yüzyılda bilimde, eğitimde, tıpta ve en tehlikeli enfeksiyonlarla mücadelede en büyük atılımları yapmış olan dünyanın en zengin ülkesi Rusya’nın bu yüzyılda yaşam beklentisinde dünyada 96. sıraya ve maddi yaşam standardında 52. sıraya gerilemiş olmasını kayıtsızca kabul etmek mümkün değil.

Sovyet döneminde, en zor savaş yıllarında bile toplam devlet bütçe giderlerinin yüzde 17’ye varan kısmının eğitime ayrılmış olduğu bir ülkede, bugün bu harcamaların toplam bütçe giderlerin yüzde 4’ünü geçmediği ve GSYİH’nın yüzde birine dahi ulaşmadığı göz ardı edilemez.

Tabii ki, Rusya yönetimi büyüyen sistem sorunlarını kabul etmekten kaçınamaz. Son on yılda Cumhurbaşkanı kararnamelerinde ve konuşmalarında sürekli olarak nüfus azalmasının ve kitlesel yoksulluğun aşılması, teknolojik atılım, dünya ortalamasının üzerinde ekonomik büyüme oranlarına ulaşılması ve dünyanın ilk beş ekonomisinden biri hâline gelinmesi gibi stratejik hedeflere yer verilmesi tesadüf değildir. Ancak, bu hedefleri yalnızca formüle etmek için değil, aynı zamanda pratikte uygulamak için, köklü bir yön değişikliğine, piyasa köktenciliğinin kesin bir şekilde reddedilmesine, tam anlamıyla bağımsız bir kalkınma programı üzerinde ve Sovyet yönetimi ile sosyal ve ekonomik inşa sürecindeki en iyi deneyimler üzerinde yeniden düşünmeye ihtiyaç vardır. Sovyet döneminin olağanüstü kazanımları, son birkaç on yılda bu alanlarda yaşadığımız başarısızlıklar gibi bunu kanıtlıyor.

Katılmakta olduğumuz konferansın bu en önemli genel kurul oturumunun konusu “Sovyet’in İcadı: Yeniden Sovyetleştirmenin Pratikleri, Paradoksları ve Perspektifleri”dir. Ancak bir değerler ve ilkeler sistemi olarak, sosyal ve ekonomik bir sistem olarak Sovyetler Birliğinin hiçbir şekilde yeniden icat edilmesine ve değiştirilmesine gerek yoktur. Bu sistemin sözünü ettiğimiz başarıları apaçık ortadadır, ne yazık ki Sovyet sonrası otuz yılın hataları ve başarısızlıkları da apaçık ortada. Bu, komünistlerin, ülkemiz için yeniden Sovyetleştirme perspektiflerinin yalnızca umut verici değil, aynı zamanda bugün yeniden inşa konusunda ülkemizin karşı karşıya olduğu önemli görevler göz önüne alındığında mümkün olan yegâne olasılık olduğuna dair inançlarının temelidir.

Ne yazık ki, henüz devlet düzeyinde yeniden Sovyetleştirmeden söz edilemez. Ancak bunun Rusya için hayati önemde olduğuna inanıyoruz. Ve bunun en önemli belirtilerinden biri, Sovyet sisteminin değerli tarihsel kazanımlarıyla tam gelişme ve gerçek egemenlik yoluna dönebileceğimiz bir gelecek imajı arasındaki bağlantı konusunda duyarlı kitle bilincinin hızla yeniden Sovyetleştirilmesidir. Tek şartı siyasi ve ekonomik bağımsızlık arasındaki ayrılmaz bağ olan bu egemenlik, ülkemiz tarafından ancak Sovyet döneminde, yalnızca sosyalizm temelinde tam olarak sağlanmıştır.

Ancak yeniden Sovyetleştirmenin acı paradoksu -gerçek değil, bize sık sık empoze etmeye çalıştıkları hayali bir resim- artık gönül rahatlığı ile gerçek olarak adlandırılabilir. Bu paradoks, Sovyet döneminin kazanımlarının büyüklüğü kabul edilirken sosyalizm bağlamından, -ki o olmadan bunlar gerçekleştirilemezdi- çıkarılmak istenmesidir. Ve sosyalizm olmadan bu kazanımlar yeniden üretilemezler.

Piyasa köktenciliğinin ilkelerine, ulusötesi sermaye sisteminin yarattığı tutumlara bağlı kalmaya devam edersek bir rönesans ve başarılı bir gelişme bekleyemeyiz. Çünkü bu sistemin hedefi artık hiçbir şekilde gizlenemeyen, ülkemizi yok etmek, devletimizin temellerini ortadan kaldırmaktır. Ve kim böyle bir olasılığa güvenmeye devam ederse sadece tehlikeli değil, aynı zamanda cezai suç işlemiş olur.

SOVYETLER BİRLİĞİNİN 100. YILI SOSYALİST MODELİN GERİ DÖNÜŞÜ

Konferansımız Rusya’nın merkezindeki en büyük bilimsel kurumlarından birinde gerçekleşiyor. Ve bugün, tartıştığımız konuyla doğrudan ilgili olan bilim insanlarının bulgularına atıfta bulunmak özellikle yerindedir.

Yakın zamanda Ekonomi Politiğin Sorunları (Вопросы политической экономии) dergisinde “Rus Ekonomisinin bozulan gelişim vektörü” başlıklı makale yayınlandı. Bu makale Moskova Devlet Üniversitesi Ekonomi Politik Bölümü uzmanlarının araştırmalarına dayanmaktadır. Bu analizde varılan sonuçlar ve getirilen öneriler, Partimizin yaklaşımları, programatik tezleri ve talepleriyle neredeyse tamamen uyuşmaktadır.

Yazarlar, SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya’da benimsenen ekonomik modeli kesinlikle verimsiz ve kalkınma hedeflerine aykırı olarak tanımlıyorlar. Bu sonucun en önemli kanıtı olarak şu verileri gösteriyorlar: Rusya’nın gerçek GSYİH’sı şu anda 1990’a göre yüzde 20-25 oranında yüksekken, dünya ekonomisinin büyüklüğü 1990’dan bu yana neredeyse üç katına çıktı. Son otuz yılda dünyadaki ortalama ekonomik büyüme, Rusya’nın büyümesinin en az on iki katı olmuştur.

Bunun temel nedeni olarak, özelleştirme sonucunda ekonominin verimsiz ve sorumsuzca yönetilmesi belirtiliyor. Fiilen yasa dışı özelleştirme faaliyetleri nedeniyle, Rus şirketlerinin çoğu hiçbir ciddi yönetim becerisi olmayan mülk sahiplerinin eline geçti. Aynı zamanda, kalkınma için gerekli yatırımları yapmaya istekli değiller, sadece kişisel çıkarlarıyla ilgileniyorlar ve sınırsız finansal kaynakları yurt dışına çekiyorlar. Stratejik olarak önemli varlıkların yalnızca yüzde 15’i devletin elinde kalıyor. Özelleştirmenin bu içler acısı sonuçları bugüne kadar yerli ekonomiyi etkilemekte ve karakterini, gelecekteki perspektiflerini neredeyse tamamen belirlemektedir.

Bilim insanları, bu durumdan kurtulmanın tek etkili yolu olarak, stratejik öneme sahip ekonomik sektörlerin devlete devredilmesini, diğer bir deyişle, kilit konumdaki şirketlerin kamulaştırılmasını ve mevcut oligarşinin ülke ekonomisinin yönetiminden uzaklaştırılmasını öngörüyorlar.

Uzmanlar ayrıca, Sovyet beş yıllık plan uygulamasının yeniden canlandırılmasını talep ediyorlar. İlk etapta, mevcut kuruluşların tümüyle yenilenmesini ve çığır açan teknolojik gelişmeler için yeni kuruluşların oluşturulması çağrısında bulunuyorlar.

Böyle bir dönüşümün ancak ülkenin ekonomik ve sosyal kalkınma modelinin köklü bir şekilde elden geçirilmesini içeren tutarlı bir devletçi program temelinde gerçekleşebileceği açıktır. Kanaatimize göre, böyle bir program ancak sosyalist olabilir ve Sovyet uygulamalarıyla en son teknolojik gelişmeleri en iyi şekilde birleştirebilir.

En iyi uzmanların çabaları sonucu ortaya çıkan ve bilim insanları, sanayiciler, eğitim ve tıp alanlarının temsilcileri tarafından aktif olarak desteklenen böyle bir programı topluma öneren RFKP’ydi.

Rusya’nın kırsal alanlarını canlandırmak ve tarım sektörünün verimliliğini temelden artırmak için bir dizi önlemler geliştirdik. Bunların en önemlileri “Yeni Araştırılacak Topraklar” ve “Sürdürülebilir Kırsal Kalkınma” adlı programlarımızda yer almaktadır.

“Herkes için Eğitim” yasa tasarımızın dayandığı yerli bilim ve eğitimin yeniden canlandırılması için etkileyici bir program sunduk.

Ülkemiz düşmanca bir yaptırım yağmuruna tutulduğunda, Batı amacının ekonomimizi ve dolayısıyla ülkemizi yok etmek olduğunu açıkça ilan ettiğinde, “Rusya’nın Değişimi için Yirmi Acil Önlem” öneren bizdik.

Bu önlemler ekonominin kilit sektörlerinin ve bankacılık sisteminin kamulaştırılmasına; devlet planlamasının yeniden oluşturulmasına; gıda güvenliğini sağlamasına ve yerli tarım ticaretinin çıkarlarını korumaya, ekonomik kalkınmayı teşvik etmek üzere ülkenin finansal sisteminin basitleştirilmesine, mali araçların yurt dışına ihracının sınırlandırılmasına, işçilerin işsizlikten ve sefaletten güçlü bir şekilde korunmasına, güvenceli ve asgari ücretin iki katına çıkarılmasına yönelik net bir planı içeriyor.

Bu bilimsel konferansın başlığında bir soru işareti var: “SSCB: Geçmiş Bir Gelecek?” (СССР: прошедшее будущее?) Ama bizim için soru işareti yok. Bizim için soru işareti yerine kesin ve kendinden emin bir ünlem işareti var.

Kitle bilincinin sosyalist önceliklere doğru giderek artan yönelimi artık sadece Rusya’da değil, dünya çapında bir eğilim. Ve “elitler” bunu ne kadar örtbas etmeye çalışsa da, onlar için durum gittikçe zorlaşıyor.

Tüm dünyayı sarsan iki dramatik olay olan 2008 ve 2009’daki küresel mali ve ekonomik kriz ile koronavirüs pandemisi, kapitalist sistemin tükenmişliğini ve anlamsızlığını açık şekilde ortaya koydu. Ve bu krizler, insanlığın yeni bin yılla birlikte nihai bir çöküş dönemine girdiğinin açık bir işaretiydi.

Küresel kapitalizmin merkezi olan Batı’da, akademi dünyasının önde gelen iktisatçıları son yıllarda şimdiye kadar hiç olmadığı kadar sık ve kendinden emin şekilde kapitalizmin iflasından söz ettiler.

Nobel ödüllü Joseph Stiglitz, defalarca kapitalizmin yetersiz olduğuna ve insanlığın ihtiyaçlarını karşılamadığına işaret etti. Stiglitz, “Eşitsizliği artıran eylemler -son 30 yıldır iktidardakilerin siyasetinin sonucu bu” fikrini savunuyor.

Avrupa’nın en önemli iktisatçılarından biri olan Thomas Piketty, özel kişilerin servetine yasal bir üst sınır getirilmesini ve milyarderlerin servetinin büyük bir kısmına, toplumun ihtiyaçlarına aktarılması amacıyla el konulmasını talep ediyor. Aksi takdirde, dünyanın kaçınılmaz olarak kaosa ve isyana sürükleneceğinden emin.

Ünlü ekonomist ve tarihçi Niall Ferguson, neoliberalizmin başarısızlığından ve sapkın doğasından bahsediyor. Modern kapitalizmin ideolojisinin getirdiği yıkıcı özelliklerini şöyle sıralıyor: hızla yükselen devlet borçlanması, toplam talepte durdurulamayan düşüş, gizli işsizlikte artış ve sosyal adaletsizliğin derinleşmesi.

Büyük sermayenin en ileri görüşlü üyeleri bile sistemik bir felaketin onları da uçuruma çekeceğini bildikleri için bunu kabul etmek zorunda kalıyorlar. Buna bir örnek, Amerika’nın en zengin yatırımcısı olarak kabul edilen milyarder Ray Dalio’dur. Televizyonda ve iş forumlarında açıkça şunları söylüyor: Bildiğimiz şekliyle kapitalizm yaşayamaz. Dünya ekonomik sisteminde gerçek sosyal adalete yönelik temel bir değişiklik olmaksızın, gezegen genelinde devrimlere ve iç savaşlara yol açacak bir kriz kaçınılmazdır.

Küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda inşa edilmiş bir sistemin bariz ve çirkin adaletsizliği, uluslararası araştırma kuruluşu Oxfam tarafından açık şekilde tasvir ediliyor. Kuruluş, bu yıl “Krizden Felakete” adlı raporu yayınladı. Rapora göre, dünyanın en zengin on insanının toplam servetinin dünya nüfusunun yüzde 40’ının servetini aştığını belirtiyor. Koronavirüs pandemisi sırasında, en zengin 10 kişinin toplam serveti iki katından fazla artarak 1,5 trilyon dolara ulaştı. Ve dünyadaki tüm dolar milyarderlerinin sermayesi, ABD GSYİH’sının yüzde 55’ine eşittir. Aynı zamanda yoksulluk sınırının altında yaşayan insan sayısı da 163 milyon arttı. 500 milyon insanın gerçek geliri düştü, bu Rusya’dakinin üç buçuk katı. Bugün dünyada günde iki dolarla geçinmek zorunda olan 800 milyondan fazla insan var.

Kötüleşen sosyal durumun kaçınılmaz sonucu, geniş kitlelerin göçüyle beraber dünya genelinde protesto duygusunun artmasıdır. Bu süreç, bir zamanlar kapitalizmin en güvenli limanları sayılan Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerinde daha da belirginleşiyor. İlk başta, bu protesto bir salgın krizinin arka planında ortaya çıktı. Şimdi ülkemiz, Batı’nın Rusya’yla ekonomik işbirliğini baltalama girişimlerinden kaynaklanan yeni bir kriz sarmalının içinde bulunuyor. Bununla birlikte protestoların sol, sosyalist bileşeni giderek netleşiyor.

Kamusal bilinçteki sola kayma, dünya genelindeki kamuoyu yoklamalarına da yansıyor. Uluslararası anketlere göre dünya nüfusunun yüzde 60’ı kapitalist sistemden memnun değil. Sosyologlar, her zaman antikomünizmin ve neoliberalizmin ana kalesi olan ABD’de bile sosyalist duyarlılığın her geçen gün arttığına dikkat çekiyor. Bugün orada görüşü alınan gençlerin yarısından fazlası sosyalizmi savunuyor.

Bu arka planda, küreselleşmeciler, tek kutuplu dünya toplama kamplarına alternatif olanlara karşı bir haçlı seferi başlatarak zafer ummaya devam ediyor.

Geçen yüzyılın ortalarında, modern neoliberalizm ideolojisinin kurucusu Friedrich Hayek, gizlenmemiş bir kinizmle şunları söyledi: “Proletarya fazladan bir nüfustur.” Bu sözler, işçilere karşı, onları “aşağı bir ırk” olarak gören ve onların onurlu bir yaşamı hak etmediklerini savunan canice ve insanlık dışı tutumu ifade ediyordu. Bu tutum, nazizmin sosyo-ekonomik eşdeğerini dünyaya empoze eden neoliberallere özgüdür. Bugün, küresel sermaye ve onun ajanları için -onun asalaklığını yapan “seçilmişler” hariç- tüm insanlığın aynı şekilde “fazladan nüfus”, harcanabilir bir malzeme olarak kabul edildiğini görmeliyiz.

Bugün bu canice ideolojinin taşıyıcılarıyla doğrudan bir yüzleşme içerisinde bulunuyoruz. Bugün Kiev’deki Nazi rejiminin arkasında onlar var. Donbas’ı, Rusya’yı ve Rus dünyasını savunmak için onlarla savaşmalıyız.

Geleceğimiz için verilen savaşı ancak, aynı ideolojinin taşıyıcılarının geçen yüzyılın sonunda Rusya’ya dayattığı ekonomik modeli, düşmanın safında bize karşı savaş yürüten bu modeli, koşulsuz reddedersek kazanabiliriz.

Bize dayatılan ekonomik modeli, adil ve etkili bir zafer ve yenilenme modeli hâline getirmek bizim tarihi görevimizdir. Gerçek yeniden Sovyetleştirmenin bizim için anlamı budur, onun en önemli anlamı budur.

Paylaş