YENİ TÜRKİYE’NİN ON YILI

SUAT DERVİŞ

ÇEVİRMEN: FATMA ŞENDEN ZIRHLI

Vorwärts Berlin Halk Gazetesi – Almanya Sosyal Demokrat Partisi Merkez Yayın Organı

Sayı: 437, 2. Ek Tarih: 16.09.1932

https://fes.imageware.de/fes/web/

16 Eylül 1922, savaşın son günü, yalnızca Türk ordusunun artık düşmanla karşılaşmadığı gün olması nedeniyle değil, aynı zamanda devrimci güçlerin bu zaferle üstünlük sağladıkları gün olması nedeniyle de Türk tarihinde önemlidir. Dünya Savaşının sona ermesinden bu güne kadar yabancı emperyalist güçlere ve monarşinin paralı askerlerine karşı savaşmaya devam etmek zorunda kalan devrimci Türk ordusu, kazandığı zaferle Türkiye’nin iç ve dış politikasında yeni bir çığır açtı.

Türkiye 19. yüzyıldan bu yana birkaç emperyalist devletin bir çeşit sömürgesinden başka bir şey değildi; ölmekte olan Osmanlı İmparatorluğunun başlıca hastalıkları, devasa devlet borçları ve Avrupalı güçlerin imtiyazlarıydı. Halk, bir yanda, işgal altındaki ülkelerin her zaman katlanmak zorunda kaldığı baskı ve ağır yük altında kıvranıyor, diğer yanda halkına her türlü eziyeti uygulayan, zengin yeraltı kaynaklarına sahip Türk topraklarını sömürü hırslarının nesnesi hâline getirmiş kapitalist çıkarların hizmetkârından başka bir şey olmayan padişahın rejimi altında inliyordu. Hem de sarayının ve zenginliğinin içinde sıradan hayatını sürdürmek için her türlü tavizi vermeye hazır, zayıf, kayıtsız bir padişahın. O padişah ki, kölece baş eğmişliğiyle kapitalist çıkarlara hizmet etmek için elinden geleni yapan padişahların önde gideni son padişahtı.

Yunanistan olanların tek suçlusu, tek sorumlusu değildi. Yunanistan büyük güçlerin elindeki piyondu; ama Türk halkı, özgürlüğünü korumak için benzeri görülmemiş bir cesaretle savaştı.

Bu kadar ağır bedellerle elde edilen bağımsızlığı korumak için öncelikle bu ülkeyi bu kadar korkunç duruma düşüren ülke içindeki rejime karşı mücadele etmek gerekiyordu. Yeni düşman öncelikle monarşi ve onun yardımcı kuvvetleriydi: dini kurumlar ve halkın cehaleti. Monarşi dinin ezici etkisini kullanarak halkı canlarının ve mallarının nasıl alınıp satıldığından habersiz bırakan uyuşturucu bir karanlık içinde tutuyordu.

Türk devrimcileri monarşiyi kaldırdılar ve cami ile devletin birbirinden ayrılmasını sağladılar. Demokratik laik Cumhuriyet ilan edildi; o andan itibaren Türkiye’nin dış politika çizgisinin hedefi tutarlı bir barış politikasıydı; on yıllık barış döneminde Cumhuriyet, harap olmuş ülkeyi yeniden inşa etmek ve sosyal reformları gerçekleştirmek için en yoğun şekilde çalıştı.

İlk olarak muhafazakâr, gerici düşüncenin yatağı olan dini okullar kapatıldı. Bunun yerine üniversitede ilahiyat fakültesi kuruldu. Türk kadını özgürlüğüne ve toplumsal eşitliğine kavuştu. Dini tarikatlar feshedildi; ayin yapmaları bile yasaklandı. Eski dini mevzuat tamamen değiştirildi ve yerine modern bir Avrupa mevzuatı getirildi.

YENİ TÜRKİYE’NİN ON YILI

Çok sayıda okul açıldı; hemen hemen her köye bir ilkokul yapıldı. Latin harflerinin kullanılmaya başlanmasıyla tüm hayat kolaylaştırıldı. Genel eğitim düzeyi zorunlu yapılarak daha yüksek bir düzeye taşındı; bilimsel kitapların yaygınlaşmasıyla birlikte uluslararası teknik ve bilimsel terimler de yaygınlaştırıldı. Harf devriminin uygulandığı dönemde, her yerde 40 yaşın altındaki her Türk’ün okuma-yazma öğrenmek için gitmek zorunda olduğu okullar açıldı. Her disiplinden bilimsel enstitüler kuruldu; uzmanlardan oluşan bir komisyon bilimsel ve edebi eserler yayınlamak üzere görevlendirildi.

Eski, ilkel Ankara şehrinin yerine modern bakış açısıyla inşa edilmiş yepyeni bir şehir ortaya çıktı; Anadolu’nun her yerinde yollar, köprüler ve demiryolları inşa edildi. Yeni açılan fabrikalarda çok sayıda işçi iş buluyor; en son teknolojiye sahip tarım makineleri ithal edilerek tarıma en iyi şekilde destek veriliyor.

Tüm bu başarılı çalışmaların sonuçları, on yıl gibi kısa bir süre göz önüne alındığında olağanüstü derecede büyüktür; bu sonuçlardan eski imparatorluğun yıkıntıları üzerine modern bir devlet inşa etmeye girişenlerin enerjisini ve iradesini açıkça görebiliriz.

Paylaş