Oskar Lafontaine İle Söyleşi: Jan Greve

Çevirmen: Fatma Şenden Zırhlı

  • Bu yazı aşağıda linki verilen siteden alınmış ve Almancadan Türkçeye çevrilmiştir.

https://www.jungewelt.de/artikel/427019.folgen-der-nato-politik-die-usa-wollen-keinen-frieden.html

Çevirmenin önsözü
Sol Partinin Haziran 2022 kongresi Oskar Lafontaine’in istifası sonrasında gerçekleşti. Eylül 2021’deki genel seçimlerde, Sol Parti milletvekili sayısı, önceki seçimlere göre 30 azalarak, 39’la sınırlı kalmıştı. Lafontaine’in istifasına da yol açan kongre öncesi sürece, partinin Ukrayna’daki savaşa yönelik tutumu, parti içi tartışmalar ve farklı yaklaşımların çatışması damga vurdu. Partinin dış politika sözcüsü Gregor Gysi, operasyon başlamadan önce, NATO’nun Rusya’yla gerilimi körükleme politikasına karşı tavrını ortaya koyuyor, “ABD ağır silahlı Rus askerlerinin Küba veya Meksika’ya girmesine nasıl asla izin vermiyorsa, Putin’e neden güvenlik mesafesi tanımıyor?” diye soruyordu. Ancak operasyonun başladığı günden itibaren bu defa eleştirilerini Rusya’ya yönelterek savaşı saldırgan olarak niteliyordu. Meclis grup başkanı Dietmar Bartsch da ABD’yi saldırgan olarak nitelemenin saçma olduğunu savunarak Putin’i haksız buluyor ve Rusya’nın operasyonunu uluslararası hukuka aykırı diye niteliyordu.

Eski meclis grup başkanı Sahra Wagenknecht ve 6 partili milletvekili ise yaptıkları ortak açıklamada Rusya’nın operasyonunu uluslararası hukuka aykırı olarak nitelendiriyor, ancak buna Batı’nın ve özellikle NATO’nun doğuya yayılma politikasının neden olduğunu savunuyordu. Ancak bu açıklama Gregor Gysi’nin eleştiri oklarına maruz kaldı ve Gysi bu açıklamaya karşı sert bir mektup yazarak onları ölümler ve insanların çektiği acılar karşısında duygusuzlukla suçladı. Hatta o kadar ileri gitti ki, mektubunda “Sizin derdiniz yalnızca eskimiş ideolojinizi kurtarmak, NATO kötü, ABD kötü, Hükûmet kötü, sizin için olay bundan ibaret” diye yazıyordu. Kendisinin de NATO’yu eleştirdiğini ama NATO’nun bu durumda savaşa gerekçe olacak “Tek bir hata yapmadığı”nı ifade ediyordu. Ayrıca, hükûmetin Ukrayna’ya silah sevkiyatına karşı çıkmalarını da eleştirerek “Bu şekilde Ukrayna’nın kendini savunma hakkını reddediyorsunuz” diye belirtiyordu.

Akabinde Sahra Wagenknecht Twitter üzerinden Gysi’nin mektubundan dehşete düştüğünü ve özetle Rusya’yı kınamadıkları, hatta haklı gördükleri şeklinde anlaşılacak ifadelerinin bir iftira olduğunu açıklıyordu. Ayrıca, Gysi’nin bu sert çıkışının, partinin hükûmetin savaşa ilişkin tutumuna destek vermesi önerisinin parti tarafından kabul görmemesinden kaynaklandığı iddialar arasında. Mayıs ayında partinin bir delegasyonuyla Ukrayna’ya giden Gysi, dönüşte ise hükûmetin Ukrayna’ya silah sevkiyatına karşı görüş bildirdi.

Parti kongresinde eş başkanlar olarak Janine Wissler ve Martin Schirdewan seçildiler. Wissler daha önce de eş başkandı, ancak bu defa yüzde 57,5 gibi sınırda bir oyla seçildi. Kongreden çıkan sonuç bildirisine bakıldığında, ABD ve NATO’nun çıkan savaştaki rolü ve savaş kışkırtıcılığı görmezden geliniyor. Ukrayna’nın neonazi faşist güçlerinin savaş suçlarına hiç değinilmiyor, ama Rusya saldırı savaşı yürütmekle, uluslararası hukuku ihlal etmekle ve emperyalist politika izlemekle suçlanıyor.

Kongre sürecinde Sahra Wagenknecht ve etrafındaki delegeler önergelerinde savaşta Batı’nın da rolüne vurgu yapılmasını, NATO’nun savaşta Rusya ile birlikte sorumlu tutulmasını savundular. Rusya’ya atfedilen, saldırı savaşı yürütme, emperyalist politika izleme gibi ifadelerin çıkarılması önerilse de, bunlar kabul edilmedi. Gysi de kongrede yaptığı konuşmada Rusya konusundaki genel tutumunu sürdürdü ve “NATO, Rusya ve Ukrayna ile ilgili yanlış denilecek her şeyi yaptı, ama Rusya’nın Ukrayna’ya karşı uluslararası hukuka aykırı saldırı savaşını hiçbir şey haklı çıkaramaz” dedi. Tabii ki, NATO’ya karşı eleştirel yaklaşmalıyız, ama savaşa da “ama”sız karşı olmalıyız diyerek hükûmetin orduya ayırdığı ödeneğe ise karşı çıktı.

Bildirinin başlığında sözüm ona savaşa ve silahlanmaya karşı, barışın ve uluslararası dayanışmanın savunulduğu ifadeler yer alıyor. Ayrıca, bildiride dengeleyici unsur olarak, yaptırımların Putin ve oligarklarla sınırlandırılması, tüm yurttaşlara uygulanmaması, Alman hükûmetinin savaş bölgesine silah sevk etmemesi talepleri bulunuyor. Yine de, bir bütün olarak Sol Partinin savaş kışkırtıcısı hükûmetin tutumundan çok da farklı bir tutum gösteremediği açık. Dolayısıyla, Sol Partinin önümüzdeki dönemde güç kaybetmeye devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Jan Greve’nin 21 Mayıs 2022 tarihinde günlük gazete Junge Welt’de yayınlanan Ukrayna savaşı, “Yeşil” vurgunculuk ve Sol Partinin yanlış yönelimi üzerine Oskar Lafontaine ile yaptığı söyleşiyi okurlarımıza sunuyoruz.

NATO POLİTİKASININ SONUÇLARI*<br>“ABD BARIŞ İSTEMİYOR”
Oskar Lafontaine

Oskar Lafontaine (1943 doğumlu) 13 yıl boyunca Saarland Eyalet Başbakanı olarak görev yaptı ve 1995-1999 yılları arasında Sosyal Demokrat Parti SPD’nin başkanıydı. 1998’de Gerhard Schröder’in ilk bakanlar kurulunda maliye bakanı oldu, ancak “kırmızı-yeşil” hükûmete yönelik eleştiriler nedeniyle Mart 1999’da istifa etti. 2007’den 2010’a kadar eş başkanlığını yaptığı Sol Partinin kurucularındandır. 2009’dan 2022’ye kadar Saarland Eyalet Parlamentosunda partinin grup başkanıydı. Mart ayında Sol Partiden ayrıldığını duyurdu.

Bu Cumartesi (26 Mayıs 2022), Berlin’deki Humboldt Üniversitesi’nde “NATO’suz yaşamak – Barışa dair düşünceler” başlıklı karma bir konferans yapılacak. Bir panelde Oskar Lafontaine, Gabriele Krone-Schmalz ile birlikte “NATO, Rusya ve Ukrayna’daki savaş” konulu konuşma yapacak.
Bilgi için bkz. https://kurzelinks.de/friedensbewegung

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı neredeyse üç aydır devam ediyor. Federal Hükûmetin buna cevabı silahlanma ve silah sevketmek yönünde oldu. Başbakan Olaf Scholz’un bir ‘dönüm noktası’ndan geçtiğimize ilişkin sözlerine katılıyor musunuz?

Hayır, bu bir dönüm noktası değil -en azından jeopolitik durum açısından bakıldığında değil. Uzun bir zamandır Rusya ve Çin’in askerî olarak ABD tarafından kuşatıldığı bir dönemdeyiz. Moskova, 20 yıldır Ukrayna’nın NATO’ya kabul edilmemesi gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor. Bunun anlamı, Ukrayna-Rusya sınırına ABD roketlerinin konuşlandırılamayacağı. Bu güvenlik çıkarları sürekli olarak görmezden gelindi. Bu, Ukrayna savaşının çıkmasının başlıca nedenlerinden biridir.

Batı savaş ittifakına göre, Kiev’deki hükûmet, Varşova veya Budapeşte’dekiler gibi, NATO’ya katılma konusunda bağımsız kararlar alabilir. Öyle değil mi?

Her devletin hangi ittifaka katılacağına kendisinin karar verebileceği argümanı yanlıştır. Küba’nın Rusya ile askerî bir ittifaka girmesini veya ABD’nin Meksika veya Kanada sınırlarına Rusya füzelerinin konuşlandırılmasını ABD’nin asla kabul etmeyeceğini herkes bilir.

Sonuç olarak bu NATO’ya kabul edilme sorunu değil. Can alıcı soru şu: uyarı süresi olmayan füzeler, bir nükleer gücün sınırlarına konuşlandırılabilir mi? Bu, 80’lerin barış hareketinin başlıca konularından biriydi. O dönemde Almanya’ya Pershing II füzelerinin yerleştirilmesi söz konusuydu ve buna karşı gösteriler yapıyorduk. Bunların Moskova’ya uçuş süresi 10 dakikayı bulmazdı. Ukrayna-Rusya sınırından bu uçuş süresi çok daha kısa.

Size göre Ukrayna’daki savaş nasıl sona erdirilebilir?
Ülkemizde daha çok Rusya tarafından ilan edilecek tek taraflı barışın olamayacağı sesleri yükseliyor.

Bu soruya cevap vermek için çatışmayı anlamalıyız.
Üç aşama ayırt edilmeli.

İlki, NATO’nun doğuya doğru yayılması. ABD’de ağırlığı olan pek çok isim de buna karşı acil uyarılarda bulundu. Daha o zaman böyle bir adımın Rusya ile askerî bir çatışmaya yol açacağı tahmin ediliyordu.

İkinci aşama, Putin’in Ukrayna’ya girmesiyle başladı. Uluslararası hukuku ihlal eden bütün savaşları kınadığım gibi bu savaşı da kınıyorum.

Alman kamuoyunun henüz haberdar olmadığı üçüncü aşama, Joe Biden’in başlattığı yıpratma savaşıdır. ABD Kongresi’nin geçen hafta esas itibarıyla Ukrayna’ya silah sevkiyatı için ayırdığı 40 milyar dolar, ABD’nin barış istemediğinin kanıtıdır. Rakibi olan Rusya’yı zayıflatmak istiyor ve bunu açıkça da söylüyor.

Hükûmet nezdindeki tartışmalar da öncelikle yeni silah sevkiyatları ile ilgili. Onlarca yıldır Alman dış politikası, kriz bölgelerine silah tedarik edilmemesi ilkesine dayanıyordu. Böyle bir yönelim değişikliğinin mümkün olabileceğini düşündünüz mü?

Son birkaç on yılda, siyasi kanaatlerin genellikle kalıcı olmadığını öğrenmek zorunda kaldım. Yine de, böylesine temel bir ilkeden bu kadar çabuk vazgeçilmesine şaşırdım. Ukrayna için silahların ABD’den mi yoksa AB’den mi geldiğinden bağımsız olarak, bu sevkiyatlarla savaş uzayacak ve daha fazla insan ölecek.

Bu arada, bu tırmandırma politikasının savunucuları gündemi ele geçirdiler ve daha fazla silah tedarik edilmezse savaşın uzayacağını iddia ettiler. Düşünceleri ortak: Rusya’yı savaş alanında yenmek gerekiyor.

Ne yazık ki, bu insanlar yalnızca zafer ya da yenilgi açısından düşünüyorlar. Ama görünüşe göre en önemli şey olan insan hayatını kurtarmanın bir önemi yok. Daha fazla insanın ölmesini istemeyen biri, savaşın herhangi bir şekilde uzatılmasına ve dolayısıyla her türlü silah sevkiyatına da karşı olmalıdır. Bu silahlanma ile Ukrayna’nın korunacağı iddiası inanılmaz. ABD’nin işgal ettiği ülkeleri Alman silahları sevkederek desteklemek kimsenin aklına gelmedi. Bu durum, şu anda bizde kafaların ne kadar karışık olduğunu gösteriyor.

Batı, silah sevkiyatlarının yanı sıra Rusya’ya yönelik yaptırımlarla tepki gösteriyor. Rusya’yı yenmek için doğrudan savaşa girmek dışında yapılabilecek her şeyin yapılması gerektiği vurgulanıyor. Dışişleri Bakanı ve Yeşiller Partisi siyasetçisi Annalena Baerbock ülkenin mahvedilmesi gerektiğinden söz etti. Burada gösterilen gayretin eşi benzeri yok.

Evet durum böyle. Özellikle yaptırımlar bu ülkedeki insanlara, özellikle de artık enerji faturalarını ödeyemeyen düşük gelirlilere zarar verdiği için. Yeşillerin, trafik lambası(1) koalisyonundaki diğer politikacıların ve ayrıca onları destekleyen CDU/CSU’nun (Hristiyan Demokrat Birlik/Hristiyan Sosyal Birlik) aptallıkları nedeniyle Alman şirketleri rekabet güçlerini kaybediyor. Kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz. ABD muhtemelen bize gülüyordur, çünkü yaptırımlardan hemen hemen hiç etkilenmediler, artık Avrupa’ya daha fazla sıvı gaz satabiliyorlar ve silah endüstrileri muazzam işler yapıyor.

(1) Koalisyon hükûmetini oluşturan partilerin renklerinden dolayı koalisyon hükûmetine takılan isim

ABD’nin Almanya ile Rusya arasına nifak sokmaya çalışması yeni değil. Şu anki durumun kazananı ABD mi?
Kısa vadede evet. NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve Putin’in savaşı başlatma konusundaki düşüncesiz kararıyla ABD, Rusya ve Almanya’yı birbirine düşürme hedefine ulaştı. Ancak uzun vadede Rusya’yı Çin’in yanına iterek büyük bir hata yapıyorlar. Bunu yaparak ABD’nin beyan ettiği üzere ana rakibi olan ülkeyi güçlendirecekler. Öte yandan Almanların kendi çıkarlarına uygun hareket edecek konumda olmadıklarını tespit etmemiz gerekiyor. Bunun yerine, ABD’ye sadık bağımlı devlet rolüyle kendinize büyük zarar veriyorsunuz.

Federal Hükûmetin Alman çıkarlarına ters politikalar izlediğini sıradan bir seçmene nasıl anlatırsınız?
Belirleyici olan Yeşiller’in hükûmete girmesidir. Yugoslavya’daki savaştan ve dönemin Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in oynadığı rolden bu yana, Yeşiller’in ABD’nin Federal Meclis’teki uzantısı olduğu açıktı. Savaşlar söz konusu olduğunda ABD’nin her kararını destekliyorlar. Kendilerine insan hakları partisi diyorlar, ancak yalnızca Rusya veya Çin’in insan hakları ihlallerini kastediyorlar. Dar görüşlü Yeşiller, savaşlara bağlı insan hakları ihlallerinin çoğundan ABD’nin sorumlu olduğunu göremiyorlar. Bu arada, ABD’nin savaş suçlarına karşı kör olan ve kendisini savaş kışkırtıcılığı konusunda kullanmasına izin veren basın da kötü bir rol oynuyor.

Federal Hükûmet, yine Yeşiller Partisinin bir politikacısı olan Ekonomi Bakanı Robert Habeck’in şahsında, oldukça açık bir şekilde “hepimizin” refahının gelecekte düşeceğini açıkladı. Enerji veya gıdanın daha pahalı hâle gelmesinin, savaşı durdurmak için ödememiz gereken bir bedel olduğunu belirtti. Peki, hükûmetin politikalarının bedelini kim ödeyecek?

Habeck veya Baerbock’un böyle görünebilmelerinin tek sebebi Yeşiller’in daha yüksek gelirlilerin partisi hâline gelmiş olmasıdır. Düşük gelirlilerin yaşam koşullarını hâlâ biliyor olsalardı, o zaman bu kadar aptalca konuşmazlardı. Nihayetinde, “yeşil” vurgunculuğun faturasını ödeyecek olan, bu insanlar. Uzun vadede iş yerleri kapanacak. Rusya’dan ucuz enerji alımı Alman ekonomisi için konum olarak büyük bir avantajdı. Şimdi Yeşillerin kışkırtmasıyla bu yok ediliyor. Ve Alman ekonomisi buna karşı çok az direnç gösteriyor.

Bu politikanın sonuçlarına ilişkin bundan etkilenenler arasında yeterince bilinç gelişmiş görünmüyor.

Benim izlenimim, nüfusun daha büyük bir bölümünün, silah sevkiyatlarıyla birlikte savaş tehlikesinin Almanya için de arttığının ve fiyatların yükselmeye devam edeceğinin artık farkına vardığı yönünde. Umarım bu yanlış politikanın sonuçlarının farkına varılır ve buna karşı protestolar düzenlenir ve karşı hareketler örgütlenir. Ne yazık ki, savaşa karşı olan birçok muhalif Kuzey Ren Vestfalya (NRW) seçimlerinden uzak kaldı. Bu durumdan, “Yeşil” savaş kışkırtıcıları yararlandı.

Ülkemizdeki medyanın rolünden bahsettiniz. Burjuva basının Rusya ile ilgili tek tip haberciliği karşısında, nüfusun geniş kesimlerinin nasıl eleştirel düşünmeye başlayacağı sorusu ortaya çıkıyor.

Belirleyici olan, insanların bu politikanın sonuçlarını cüzdanlarında giderek daha fazla hissetmeleridir. Ayrıca, devam eden savaş kışkırtıcılığına rağmen, artık daha fazla insan bununla bağlantılı tehlikeleri görüyor. Hatta, Federal Başbakan’ın kendisi dahi, nükleer bir saldırı da dahil olmak üzere, savaşın yayılması riskine dikkat çekti.

Silah sevkiyatlarına ek olarak, Federal Hükûmet savunma bütçesini büyük oranda artırmak ve Anayasa’da Federal Ordu için özel bir ödenek ayırmak istiyor. Hür Demokrat Parti FDP’li Maliye Bakanı Christian Lindner silahlanmayı finanse etmede nerede duracak?

Önümüzdeki dönemde borçlanmayı azaltmak söz konusu olduğunda, FDP’nin aklına öncelikle sosyal bütçeyi kısmak geliyor. Lindner, müşterilerinin, yani yüksek gelirlilerin ve ekonominin çıkarlarını temsil edecektir. Şu şaşırtıcı: Enerji fiyatları söz konusu olduğunda, FDP politikacısı ekonominin çıkarlarına aykırı hareket ediyor. Mevcut siyasetin Alman ekonomisi üzerinde ne gibi sonuçları olduğunun farkına varsaydı, FDP’nin koalisyondan çıkma tehdidinde bulunması gerekirdi.

Gerhard Schröder yönetimindeki “kırmızı-yeşil” Federal Hükûmetin savaş ve yoksullaştırma politikası göz önüne alındığında, şu anda SPD, Yeşiller ve FDP’nin silahlanma yolunu seçmeleri şaşırtıcı değil.

Bu beni şaşırtmadı.
Trafik lambası partilerinde meydana gelen değişiklikleri görmek gerekir.
SPD artık Willy Brandt’ın barış, silahsızlanma ve sosyal alanda iyileştirmeler için propaganda yürüten partisi değil.
Şimdiki Sosyal Demokrat Başbakan Scholz, silahlanmayı ve sosyal alanda kesintileri savunuyor.
Bir zamanlar güçlü bir pasifist kanada sahip olan Yeşiller, Yugoslavya savaşından bu yana Almanya’nın en büyük savaş kışkırtıcısı hâline geldi.

FDP’de eski Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher veya Guido Westerwelle çapında kimse yok.
Genscher, Avrupa ile sınırlı bir nükleer savaş olasılığını artıracak bir politikayı önlemek için her şeyi denedi.
Westerwelle de, Libya savaşı sırasında Amerikalılara sırtını çevirme cesaretine sahipti.

SPD Eşbaşkanı Lars Klingbeil, Avrupa’da barış ve güvenliğin Rusya’ya karşı durarak değil, ancak Rusya ile sağlanabileceği ilkesinin eskide kaldığını ilan etti. 1995’ten 1999’a kadar başkanlığını yürüttüğünüz partinin gelişimini nasıl görüyorsunuz?

Bugünlerde Avrupa’da barışın ancak Rusya ile olabileceği fikrinin yanlış olduğunu savunanların akli durumlarını gözden geçirmeleri gerekir. Yumuşama politikası Avrupa’da barışa yol açmıştır, bu Doğu Avrupa devletleri için de geçerli. Öte yandan, Duvar’ın yıkılmasından sonra başlayan ve ABD’nin izlediği çatışma politikası, önce Yugoslavya savaşına, şimdi de Ukrayna savaşına yol açmıştır.

Temel olarak yumuşamanın, yani uzlaşmaya çalışmanın barışa, çatışmanın ise sonunda savaşa yol açacağını anlamak zor olmasa gerek.Ancak, akılların çok karışık olduğu bir dönemde yaşıyoruz.

Bu Cumartesi (26 Mayıs 2022) Berlin’de sizin de Ukrayna savaşı ile ilgili konuşma yapacağınız “NATO’suz yaşamak – Barışa dair düşünceler” başlıklı bir konferans düzenleniyor. Alman barış hareketinin zorluklarını özetlediniz. Mevcut Anayasa’nın bunun karşısında adil olmasını bekliyor musunuz?

Hayır. Ancak birçok kişi savaşın yayılmasından endişe ediyor. Bu nedenle, 1980’lerin barış hareketi geleneğinde veya Irak savaşı öncesindeki gösterilerde olduğu gibi, şimdi de kitlesel olarak sokaklara çıkmak gerekiyor.

Açıkladığınız bu görevlerin Sol Parti için de merkezi bir öneme sahip olması gerekir. Mart ayında, bir zamanlar kurucusu olduğunuz partiden ayrıldığınızı ilan ettiniz Bu adımı, barış politikası yaklaşımınızın artık orada temsil edilmediğini düşündüğünüz şeklinde mi anlamak gerekiyor?

Artık yeterince temsil edilmiyor diyelim. Bir parti olarak “Hükûmet olma yeteneğine” sahip olmak için hep girişimler oldu. Bazıları, BM’nin zorunlu kıldığı savaşları desteklemek ve silah sevkiyatları konusunda her duruma göre ayrı karar vermek üzere programda değişiklik yapmak istiyor. Uzun yıllar boyunca bu girişimler sonuçsuz kaldı. Scholz daha sonra Federal Meclis konuşmasında “dönüm noktası”ndan söz ettiğinde, meclis grubu içerisinde eski meclis grubu başkanı Gregor Gysi ve o tarihteki parti eş başkanı Susanne Hennig-Wellsow’un etrafındaki bazı milletvekilleri tarafından silahlanma önerisini kabul etmeleri yönünde bir atakta bulunuldu. Çok şükür bu önergenin reddedilmesini isteyenler son anda galip geldi. Ancak daha sonra parti içinde yapılan tartışma, Sol Partiyi SPD ve Yeşiller’inkine benzer bir yönelime sokma girişimlerinin devam ettiğini gösteriyor. Haziran sonundaki parti kongresinde gerçekten taviz verirlerse parti bitmiş olur.

Parti içindeki sol güçlerin durumu tersine çevirebileceğini düşünmüyorsunuz o hâlde?

Hâlâ bir şans var.
Ancak bunun için, konunun parti kongresinde çoğunluğu hangi grubun elde ettiği ile ilgili değil, seçmenlerin Sol Partinin siyasetini nasıl değerlendirdiği ile ilgili olduğu anlaşılmalıdır.
Sadece Sol Partide değil, diğer partilerde de iç çatışmalarda çoğunluğu elde ederseniz, bunun demokrasi olduğuna inanmak gibi büyük bir yanılgı var. Ancak demokraside çoğunluğun, parti kongrelerinde değil, halkın içerisinde yaratılması gerekir.

“Gündem 2010” politikasına karşı yaygın protestolar olmasaydı, Sol Partinin ilk yıllarındaki başarısı mümkün olmazdı. Bu özel tarihî bir başlangıç noktasıydı. Mevcut durum, yakın zamanda Federal Meclis’e yeni bir sol partinin seçilebileceği konusunda kuşku duyulmasına neden oluyor.

Sol siyasetin başarılı olduğu yerde doğru program da savunuluyor demektir. Öncelikli olarak çalışanların çıkarları için kampanya yürüttüğümüzde -iklim korumasını da gözden kaçırmadan- başarılı oluyorduk. Bu politika birkaç yıl önce değiştiğinden beri seçimleri kaybediyoruz. Buradan çıkarılacak sonuçlar açıktır. Barışı korumayı ve toplumsal talepleri ön plana çıkaran bir partinin potansiyele sahip olmadığını düşünmek adeta gülünçtür. Özellikle sosyal olarak daha zayıf konumda olanların Federal Hükûmetin akılsız politikaları nedeniyle ne kadar yoksullaştırıldığı görüldüğünde. Nüfusun çoğunluğunun gerçek çıkarlarını temsil eden bir sol parti şimdi Yeşillerden daha fazla desteğe sahip olacaktı. Çünkü çoğunluk yüksek gelirlilerden oluşmuyor.

NATO POLİTİKASININ SONUÇLARI*<br>“ABD BARIŞ İSTEMİYOR”
Nikoletta Antonopoulou
Neşe – Umut – Barış
Paylaş