Sömürgecilik Üzerine Söylem

İnsanlık son birkaç yüzyılda ilerleme anlamında çok yol kat etti. Ancak ne var ki, günümüzde hâlâ insanlık dışı olaylara tanık oluyoruz. Dünyanın birçok yerinde savaşlar, çatışmalar ve sefalet olduğunu biliyoruz. Bilmekle de kalmıyor, teknolojik gelişimin sağladığı imkânlarla an be an olanları gözlerimizle görüyor, kulaklarımızla duyuyoruz. Kimi zaman bu yaşananlar öyle ustaca manipülasyonlarla önümüze geliyor ki neye inanacağımız konusunda şüpheye düşebiliyoruz. Şüphelerimizi bir kenara bırakalım ve nesnel olana odaklanalım. Savaşlar sürüyor ve dünyanın önemli bir bölümü sefaletle boğuşuyor. İçinde yaşadığımız sistem bu sorunları çözmüyor. Çözemiyor değil, çözmüyor. Çözmemeyi tercih ediyor. Bu çözümsüzlükler bu sistemin varlığını sürdüren yegâne araçlar çünkü. İnsanlığın maddi olanaklar anlamında geldiği noktayı düşünürsek, bu sorunların çözülmemesi için bir neden yok ama çözümü kapitalizm içinde aramak gerçek dışı, çünkü bu kapitalizmin özüne aykırı. Yaklaşık üç yüzyıl önce Avrupa’dan yayılan bu öz hiç değişmedi. 

Césaire, Sömürgecilik Üzerine Söylem kitabını ilk olarak bundan tam 73 yıl önce yayınladı ve ilk satırlarında şunu yazmıştı;

İki yüzyıllık burjuva yönetiminin biçimlendirdiği Avrupa ya da “Batı” uygarlığı, “kendi varlığının sebep olduğu iki büyük sorunu -işçi sınıfı sorunu ile sömürge sorununu- çözemiyor Avrupa ne “akıl” ne de “vicdan” muhakemesinde kendini temize çıkarabiliyor ve giderek inandırıcılığını kaybettiğinden her geçen gün daha da iğrenç bir riyakârlığa sığınıyor. Avrupa savunulamaz (2023: 11).

Yazarın yaşadığı dönemde sömürgeciliğin başını Avrupa çekiyordu. Césaire, o dönemde Avrupa’nın özünde uygarlıktan ve insanlıktan nasıl uzaklaştığını; Aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan değerlerin ve söylemlerin kapitalizmin hakimiyeti altında içinin nasıl boşaltıldığını ve nasıl araçsallaştırıldığını ustaca bir üslupla anlatıyor.

Sömürgeciliği “şeyleştirme” olarak tanımlayan Césaire, “sömürgeci ile sömürge arasında yalnızca zorla çalıştırmaya, tarımda zorunlu ürün sistemine, sindirmeye, baskıya, polise, vergiye, hırsızlığa, tecavüze, hor görmeye, güvensizliğe, kibre, kendini beğenmeye, kabalığa, beyinsiz seçkinler ile aşağılanmış yığınlara yer vardır” diyor (2023:18). Bu tespitin doğruluğu su götürmez. Nitekim, Türkiye açısından da bu tespitin doğruluğu Truman Doktrini, Marshall Planı politikaları ve Avrupa Birliği üyelik söylemleri ile simgeleşmiştir.   Güçlü ülkelerin zayıf ülkelerle ilişkisi bir ekonomik çıkar ve siyasi hakimiyet ilişkisidir.

Sömürgecilik Üzerine Söylem

Wallerstein, modern dünya sistemi teorisinde dünyayı merkez ve çevre ülkeler olarak ikiye böler ve bu ülkeler arasındaki ilişkileri bağımlılık ekseninde ele alır. Buna göre çevre ülkeler üzerinde hâkimiyet kuran merkez ülkeler, yani Batı ülkeleri, yoksul ve yardıma ihtiyaç duyan çevre ülkelerin olanaklarından faydalanır. Cesaire, Wallerstein’dan 24 yıl önce bu tespiti farklı bir değerlendirme ile yapıyor. O, sömürgeciliğin psikoloji üzerine kurulduğunu, bağımlılık duygusunu merkeze alan psikolojik açıklamalarla sömürgeci ile sömürge arasındaki ilişkiye kanıt üretildiğini vurguluyor. Ve bu, bilim ve medeniyet ile süslenerek gizlenmiş bir ırkçılığa ve sömürgeciliğe muazzam bir zemin yaratıyor.

Avrupa’dan dünyaya yayılan bu medeniyetin “Avrupa’nın çöküşünden başka bir şey getirmeyeceğini” dile getiren Césaire, Avrupa’nın kurtuluşunu sınıfsız bir toplumla mümkün görüyor ve sözlerini “insanlıktan çıkmış burjuvazinin daracık tabanlı despotizminin yerine tarihin bütün haksızlıklarının, evrensel haksızlıklarının acısını çektiğinden dolayı hâlâ evrensel bir görevi olan tek sınıfın -proletaryanın- üstünlüğünü koyacaktır” diyerek bitiriyor. Ancak öncesinde Amerika konusunda uyarmayı da ihmal etmiyor; “Amerikan hakimiyeti bu. Bir kez yakalandın mı bir daha kurtulamayacağın -yara almadan kurtulamayacağın- tek hakimiyet bu!”, “Bir kez daha söylüyorum, dikkatli olun!” (2023: 45).

Paylaş