HAYDAR ÖZAY

SÖYLEŞİ: YASEMİN ERTÜKEL

TUVALDEKİ FELSEFE

Filozoflar sayfalar dolusu yazılarla anlatagelmiş fikirlerini. Alışkınız yani bir ideolojiyi, teoriyi, düşünceyi kitaplarda görmeye. Aynı şekilde bilim insanları da tezlerini beyaz kağıt üzerine döktükleri yazılarla savunmuşlar. Tarihçiler, sosyologlar, psikologlar… Hatta işi gücü sayılarla, oranlarla, deneylerle olan doğa bilimciler bile tezlerle konuşur.

Bir toplumsal incelemeyi, doğal süreçlerin toplum üzerindeki, insan üzerindeki etkisini, tarihi kitaplarda okumaya alışkınız. Peki bunlar her zaman kitaplarda olmak zorunda mı? Belki yazının henüz kullanılmadığı çok uzak geçmişimizde, henüz adına bilim, felsefe, siyaset denemese de söylencelerde, masallarda, halk türkülerinde görmek mümkün bütün bunların izlerini. Ama gördünüz mü bak yine kelimeler sahnede. Artık hayatımızda yazı diye bir gerçek durduğuna göre yazı kullanmayan bir filozof ancak yazıdan daha kuvvetli bir araçla kelimeleri aşabilir. İşte karşımıza insan gelişiminin en üst yönlerinden birine geliyoruz: Sanat.

Kelimeleri dışlamaktan bahsetmiyoruz. Asla. Ama aşmak dedik. Nasıl olabilir bu? Onları yoğunlaştırarak. İlk işaretlerini şiirde görürüz belki bunun. Sayfalar dolusu derdi, bilgiyi, tasayı, sevinci bir dörtlüğe sığdırıverir şairler. İşte size Nâzım’dan bir örnek:

Ak Karanfil

Ak bir karanfil gibi çatlayıp da çekirdek

atom bahçelerine yürüyünce aydınlık,

yalnız meraklıları değil, bütün insanlık

şiirin aynasında kendini seyredecek.

Öyleyse lafı çok uzatmadan artık sadede gelebiliriz. Tuvallerini şiirin aynası olabilecek kadar yoğun bir duygu ve bilgiyle harmanlayan; aklın ve duygunun en güzel karışımlarını tuvallerine yansıtan bir ressama merhaba demek için açıyoruz sayfalarımızı.

Bir sanat filozofu olan, ressam Haydar Özay 1996 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim bölümü Neşe Erdok Atölyesinden mezun oldu. 2006-2007 yılında Şan Tiyatrosunda, ülkemizi yurt dışında da temsil eden, “Büyük İstanbul Resmini” tamamladı. Özay’ın ayrıca serigrafi ve litografi alanında çalışmaları bulunuyor.

Haydar Özay için tuvallerine şiirin aynasını yansıtıyor demiştik değil mi? 2009’da Roma’da Disiplinler Arası Sergide yer alan “Büyük İstanbul Resmi” şair Lidia Ferrara’ya ilham kaynağı olmuş. Ferrara, 2006’da resmin yapılış sürecini anlatan bir dosya ile tanışmış resimle. Ekim 2007’de ise resmin asılı durduğu Şan Tiyatrosuna gelir ve ilk dizeler orada dökülmeye başlar dilinden… Demek ki aynadan bahsederken sadece olan biteni yansıtan pasif bir unsurdan bahsetmiyoruz. Tıpkı dışımızdaki dünyanın bir yansıması olan bilincimiz gibi, aynı zamanda şavkıyla dünyayı şekillendiren bir özneden bahsediyoruz.

Haydi biraz da Haydar Özay’a kulak verelim.

Özay ile bir bayram günü (30 Haziran 2023) Caddebostan Kültür Merkezinde “Gezi Resmi”nin önünde Gezi Direnişi günlerimizi bol bol anarak gerçekleştirdiğimiz söyleşimizi sizlere sunuyoruz.

Okurlarımız için kendinizden bahsedebilir misiniz? Sanatla yolculuğunuz nasıl başladı?

1973’te kara trenle İstanbul Kurtuluş’a gelmiştik. Dedem bir gün dosya kağıdı ile eve geldi. Bir sürü savruk çizgiler var. Bakıyorum dedeme benzeyen bir desen. Dedem bir resim öğretmenine çizdirmiş. İlk gördüğüm orijinal resimdi, çok etkilenmiştim. Çok beğenmiştim. Daha sonra babam eve posterler almıştı. Bir kadın çocuğun elinden tutmuş koyunun peşinden gidiyor. Toprak bir yolda yürüyorlar. Derenin üzerindeki tahta bir köprüden geçiyorlar. Çiçekler açmış. Çizgi romanlar, çocuk kitapları derken görselliğe önem verdim. 12 yaşımda resim yapıyordum. Öğretmenim keşfetmişti.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinden 1996’da mezun oldum.

Sonuç olarak sanat eseri ile olan maceramız hayat boyu devam eden ve sonu gelmeyen bir serüvendir.

İyi insanlar, iyi hocalar, iyi üniversiteler, iyi sendikalar, felsefem bu. Temel felsefem, sanat eserleri toplumundur.

Bütünlüklü bir koleksiyon seviyorum. O yüzden de bir eseri ona, bir eseri buna satmıyorum. Bütün eserlerimin olduğu gibi Nâzım ile ilgili çalışmalarımın da ülkemde kalmasını istiyorum. Eserlerimi satmamayı tercih ediyorum. Korumaya çalışıyorum. Topluma ait bir müze olarak kalsın isterim. Eserlerimde toplumun hakkı olsun istiyorum.

Eserinizi yaratma süreciniz nasıldır?

Eserlerimi uzun bir süreçte yapıyorum ama bu bütün bu zaman sadece o eserin üstünde çalışıyorum demek değil. Sanat tarihinde usuldür, eserin boyutu, ne tür bir çalışma olduğu, hangi tarihler arasında yapıldığı vs yazılır.

Resimde son kat önemlidir. Altta ne yaptığınızın önemi yok. Börekte önemli olabilir fakat resimde sildiğiniz şey altında kalır. Onun arkeolojisi olmaz. Resimde son görünen önemlidir.

Yapılacak bir resmi önden bir mimari proje gibi hazırlamıyorum. Bu arada eski halini fotoğraflıyorum. Arşivde tutuyorum. Mesela Şan Tiyatrosu resmi, tiyatro 87’de yanmıştı. Harabenin içindeyim. Bir ayrıntı görüyorum onu resme geçiriyorum. Galata kulesinin parmaklıklarını çiziyorum. Yolda yürürken bir şey görüyorum ve fotoğrafını çekiyorum. Sonra biriyle sohbet ederken “Eskiden buralarda at arabaları vardı” diyor. Onu resmediyorum. Aslında ben İstanbul’a benzemeyen paramparça kaos bir şey yaptım. İçine de tarihî İstanbul’u bohçalar kadar, küçük küçük koydum.

TUVALDEKİ FELSEFE

Sanatınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Edebiyata büyük bir sevgim var. Resimlerimle kanıtlayabilirim. Şairlere özel ilgim var. Kanıtlayabilirim. Devrim dünyasına sevgimi kanıtlayabilirim. 20 sene karşılıksız resim dersi verdiğim için kültürel insani idealizmimi kolay kanıtlayabilirim. Hiçbir şey olmasa bile resimlerim üzerinden o dünyaya sevgimi ya da o dünyanın var olmasını hep değerli kalmasını, geçip gitmemesini, eskimemesini, bizle beraber var olması inancımla hep yaşamasını isterim. Bu sebeple büyük bir tutkuyla çalışıyorum. Kısacası, tarih bilinci ile resmediyorum.

Algı ile zihindeki kavram birleşiyor ve sonuç bilgi olarak ortaya çıkıyor.

Büyük düşünürleri, meşhur sanatçıları tuvale taşımışsınız. Bunu ‘’kazanılmış bir bilgi’’ olarak görüyorum. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Devrimci ressamı olmuşum. Karl Marks çalışmasından Engels’e, Gezi resmine kadar.

Mesela Nâzım ne yapıyor? Bir kalem tutuyor. Kalem, edebiyatçının, şairin sembolüdür.

Sembolleri çok önemsiyorum. Orhan Kemal şehirden bahsederken bile tarihe bağlıyor. Diyor ki şu döneme ait. Orhan Kemal’in daktilosu var. Kitap var. Yamaçta gecekondu var. Bir İstanbul resminde Bozdoğan var, Bizans var. Osmanlı var. Türk evi var. Gecekondulaşma tarihi, kent tarihi var.

Nâzım’ın, Orhan Kemal’in resmini yaptığımda hep yaşamasını istiyorum. Öldüklerine inanmadığım için resimlerini yapıyorum.

Resimlerimin çoğu için enerji dolu olduklarını söylüyorlar. Çünkü ayakta resmediyorum. Melankoli resmimi de öyle yaptım. Klasik figürler dışında da büyük soyutlamalarda güçlü bir enerji var. Yani durağan değil. Tarih bilinciyle, sanat sevgisiyle, idealizmle, ölümü yenme çabası ile var olan resimler. Ben bir galerici için, sanat profesörü için değil halk için resim yapmak istedim. Her kültürden insana ulaşmasını istedim. Bunu çok önemsiyorum. Tarihsel karakterlere sahip çıkma duygusu var. Sanırım onların hepsinde kendi ruhunuza hitap eden bir taraf var.

Yeni sergileriniz ne zaman ve nerede?

Macarların devrimci şairi vardır. Bağımsızlık şairidir. Sándor Petőfi.

Onunla ilgili 32 adet resim çalışıyorum. 14 Eylülde İstanbul’da, 12 Kasımda Ankara’da, sonra Macaristan’da sergim olacak.

Aşık Veysel sergisi açacağım.

100 parçalık Nâzım koleksiyonum var. İlk kitabın başlığı şu “Nâzım Hikmet karlı kayın ormanında”, ikincisi “Salkım söğüt” üçüncüsü “Masalların masalı”, dördüncüsü “Nâzım Hikmet şarkılarıyla lüküs hayat”

Haydar Özay ile sergilerinde ve resimlerinde buluşmak dileğiyle.

TUVALDEKİ FELSEFE
Paylaş